DOKUNMAYIN ŞABANIMA!
“Dokun Bana” diye bir yarışma vardı. Hafızam beni yanıltmıyorsa, yine Acunvari bir uyarlamaydı. Bir arabaya sürekli dokunarak onu kazanmaya çalışırdı yarışmacılar. Ayılanlar, bayılanlar olurdu. İnsanın bir nesneye dokunarak, onunla yekvücut olarak o nesneyle iyelik ilişkisi kurmasını izlemek içler acısıydı. Tıpkı müzik bilgisi tartışmalı, kocasının alacağı Mars’ın hayalini kuran şarkıcının arkasındaki yarışmacının eli yüreğinde onun dönmesini beklemesini izlemek gibi.
Kimler değerlendiriyor bizim niteliklerimizi, yeteneklerimizi, iyelik eklerimizi kimler ekliyor nesnelerimizin sonuna? Öznelerimiz nesne olmakta bu kadar ısrarcıyken, faşizmle işbirliği olmayacağını biliyoruz yine Acun kılıklı adamların uyarlamalarından, toplumsal hafızamız bizi yanıltmıyorsa. O meşhur şarkıcının bize dönmesini beklemekle geçiyor ömrümüz.
Muktedirin meydan meydan gezip kendisini rezil edeceği korkusu üzerine kurulu bir ana muhalefet şimdilerde de “dokunsalar ağlayacaktım, ama hiç dokunmuyorlar” şarkısını söylüyor. Sürekli dokunarak sahip olmayı şiar edinmiş ki, son dönemde sözcülerine “muhalefete muhalefet etmeyi muhalefet etmek sanmak” şeklindeki tekerlemeyi ezberletiyor. Oysa muhalefet, iktidardan önemlidir az gelişmiş ülkelerde. Halkın tek umududur. Yerden yere vurulması önemsendiğini gösterir ki, artık kimse size muhalefet etmiyor, kimse sizi eleştirmiyorsa halk artık sizi umursamıyor, sizden umudunu kesmiş demektir.
Sırça genel merkezin camları ses geçirmediğinden tabanın sesi duyulamıyor. Evetçiler, yetmez ama evetçilerin açtığı yoldan ilerlerken ne sokağın ne tabanın sesini duyuyorlar. Yaşama karışamadığından, hiçbir şey üretemediğinden evlerini şatafata boğan taşra zenginleri gibisiniz abiler. Yepyeni bir elitizm yeşeriyor vekil ve yönetici sıfatının etrafında. Gider öderiz bedelimizi deniliyor ve fakat mapushane çeşmesinden “lukewarm water” akmıyor abilerim ablalarım. “Mapushane çeşmesi yandan akıyor yandan” diye türküsü de var, muhakkak bir rakı sofrasına meze etmişsinizdir o türküyü de. Narin yüzünüz deforme olmasın sonra. Ha bir de mapushanelere güneş doğmuyor, o şehit cenazelerinde taktığınız “acımız çok büyük” güneş gözlüklerinizi de yanınıza almanıza gerek yok.
Tahsin Yücel’in müthiş romanı “Peygamberin Son Beş Günü”nde peygamber lakaplı devrimci, arkadaşları hapisteyken dışarıda olmayı kendine zul görür ve kendine bir tabutluk hayal eder. Kılıçdaroğlu’nun “dokunulmazlık teklifini anayasaya aykırı da olsa kabul edeceğiz, bedel ödeyeceğiz” demesi bu sevdaya dahil değil velakin. Bedel ödemek bu kadar yüceltiliyor olsaydı, parti içinde bedel ödeyenleri baş tacı etme geleneği yerleşmiş olurdu 6 seçim kaybedilen o uzun zaman diliminde.
Kolumuzun diyetini mi ödemiştir ki büyük usta, kolumuzu kesip atmaktayız önüne “al kolunun diyetini” diyerek? Demire çifte su vermeyi bize öğreten ilk meclisi açan, çoban ateşlerini birleştiren kadrodur. O kadro ilk meclisi açarken izin istemiş midir ki, şimdi onların dava arkadaşları olduğu iddiasında olanlar Anayasaya aykırı olduğunu bildikleri bir dokunulmazlık teklifine erken seçim- kontenjan-vekillik denklemi içerisinde evet diyerek Meclisi tek sese terk edeceklerdir? Milletin sinesine dönün o vakit. Açıver düğmelerin, görünsün sinelerin ey halkım.
Bu araba sevdasıdır, araba kırmızı plakalıdır, en uzun süre dokunan kazanır. “Tarihin nesnesi değil, öznesi olacağız” diye kürsülerden haykıranlar ellerinde eldivenlerle dokunurlar halkın sorunlarına. Cefasını çekmediklerinin sefasını sürerken haykırırlar kürsülerden, bedeli neyse öderiz! Bombacı Mülayimler, kendilerine bir dosya karışıklığı nedeniyle ölecekleri söylendiğinde siyasi hayatlarının son 3 ayında aslan kesilirler. Atılırlar bombaların üstüne, mahalleli “gözü pek adamlarmış” der arkalarından. Yıllardan bu yana bedel ödemekten perişan olmuş tabanına seçim vaadi olarak hücre hapsi vadeden yaş ortalaması hayli yüksek parti yönetimi, gençliklerinde gerçekleştiremedikleri ve her solcu nefsin hayatında en az bir kez tattığı mapushane tedrisatından geçmek için çok geç kalmışlardır.
Dokunmayın Şabanıma isimli filminde Kemal Sunal, bir kitaptan 10 derste kız tavlama tekniklerini öğrenmektedir. Hiçbir taktik işe yaramayınca hepsini bir arada kullanmayı akıl eder ve ortaya şöyle bir kalıp çıkar: Çok sert ve kibarım, iyi dans ederim, ısrar ederim. 10 derste ana muhalefet olamamanın yolunu da bugünlerde devletin kurucusu partinin yönetimi yazmaktadır. Çok sert ve kibarız, iyi dans ederiz, ısrar ederiz. Bedeli neyse de öderiz. Senin bedelin burada geçmez abi, estağfurullah.
Discover more from Erkan's Field Diary
Subscribe to get the latest posts sent to your email.