Çeşme Vakti Geldii, Ahalii!
Çeşme’ye 1994’ten beri giderim. O zamanlar sadece İzmirlilerin bildiği, iddiasız, kendi halinde bir tatil kasabasıydı. Hatta ilk kez annesi İzmirli olan bir arkadaşım bana Çeşme’yi önermişti. Sonra kayınvalidem toptan Çeşme’ye yerleşince her yaz gider olduk. Bundan da gayet memnunuz. Eşim de ben de Londra’nın havasına alıştık herhalde, artık Temmuz-Ağustos aylarında Akdeniz’in sıcağına dayanamıyoruz. Yaz tatilimizi ise genelde Temmuz ayında yapıyoruz. Çeşme’de ise o aylarda hava daha serin, ama yeterince sıcak (33 derece falan). En önemlisi sürekli tatlı bir rüzgar estiği için sıcaktan bunalmıyorsunuz. Bu da Çeşme’yi sevmemizin nedenlerinden biri. Tabii sezonu da Akdeniz’e göre daha kısa, sadece 2 ay. Eylül’de mekanların çoğu kapanmış, deniz soğumaya geçmiş oluyor. Biraz hüzünlü yani.
İzmirlilerin Çeşme’nin İstanbullular gelince bozulduğunu söylemelerinde bir nebze haklılık payı görüyorum. (Ama ben İstanbullulardan çok önce keşfettim, bozanlardan değilim, hakkımı isterim sayın İzmirliler 🙂 Bazı eski mekanlar kapandı, aşırı pahalı ve sosyetik yerler açıldı, azıcık “ruh kayması” var yani. Ama en azından benim bildiğim eski mekanların çoğu duruyor ve bu da bana yetiyor.
Deniz-güneş-kum üçlüsü.
İskeleden denize atlamak.
Denizin üstünde yapılan rakı-balık.
Tiril tiril yazlık elbiseler ve hafif sandaletler.
Azıcık yanık ve sağlıklı görünen bir ten. Hani parlak, hatta cart renkli rujların en çok yakıştığı.
Saçlarını kendiliğinden kurutan rüzgar.
Bunlar zaten her yazlık kasabada insanı mutlu eden şeyler. Peki Çeşme’nin farkı nerede yatıyor?
Zeytinlikler arasından gidilen gizli saklı kumsallar
Esen yel ve yıldızların altında dinlenen konserler
Sakızlı dondurmalar (Ilıca’da Veli Usta, Çeşme merkezde Kale’den olsun)
Deniz börülcesi, şahane zeytinyağlılar, bütün özlediğim mezeler ve tatlı akrabalarla dolu bayram ve hoşgeldiniz sofraları (bizi ağırlayanlara, emeği geçen tüm aile bireylerine teşekkürler! 🙂
Gece Alaçatı’da taş evlere veya Çeşme Marina’da denize karşı bir kadeh içki (benim tercihim Bomonti oldu)
Bira demişken, bir tabak da midye dolma yanına güzel gider hani… 🙂
Bütün hayatın aktığı bahçede yapılan kahvaltılar
Begonviller, zakkumlar
Plajda cırcırböceklerinin ve dalgaların sesi (plajda müzik dinlemeyi yıllar önce bırakmamın yegane sebebi!)
Arada bir güneş batarken elde bir Bomonti ile dans edilen “beach party’ler
Sabah erkenden gidilen yiyecek pazarı, tazecik meyveler ve sebzeler: şeftaliler, kirazlar, deniz börülceleri, patlıcanlar, kayısılar, tüm özlediklerim! “Fatmagül bizden almadı, başına gelmeyen kalmadı” diye bağıran şeker mi şeker pazarcılar
Arabada plaja giderken dinlenen Radyo Ege…
Ama ya benim Çeşme’de gittiğim mekanları merak ediyorsanız? O zaman buyurun bir sonraki yazıma!
Discover more from Erkan's Field Diary
Subscribe to get the latest posts sent to your email.