Ayşe Özer: KADAVRAYA DON BİÇMEK

KADAVRAYA DON BİÇMEK

Gezi Direnişi sırasında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan yurtdışı seyahatinden dönerken havaalanında yapılan bir mitingde, üzerlerine evdeki perdeleri örtmüş koca koca adamlar “kefenimizle geldik, ölümüne seninleyiz” pankartı açmışlardı. “Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı/düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı” mısra çiftinden paylarına düşeni almadıkları her hallerinden belliydi. Gipürlü perdelerle yola çıkanlar kelleyi koltuk altına alamazlar. Bir kez buna gipürler müsaade etmez. Eski dervişler başlarında taşıdıkları sarıkta kefenlerini taşırlardı oysaki. Dünya denilen mekânın geçiciliği hep başlarının üzerinde, yaparlardı ibadetlerini. Ne amire göstermek için bozulan pantolon ütüleri, ne de mesai saatinde dirseğe kadar sıvanmış kolları vardı. Onlar kırk ayrı yerden kırk ayrı odun getirirlerdi, hepsi aynı boyda olası. Kefen parasını çıkınının içine saklardı eskiler. Altı üstü beş metrelik bez için boşa geçmiş ömre yaşam denilmezdi. Öyleyse bir insan ömrünü neye vermeliydi?

Ömürleri boyunca çok işler başarmış, bir sürü gönül inşa etmiş bedenler göçerken doktor adaylarına bağışladılar bedenlerini. Çocuklar öğrensin bedende ne nerededir, neyle bağlantılıdır, nasıl çalışır. Başkalarına şifa olsun kendi bedenleri. Öyle istediler. Bir kısmı da sahibi olmadığından kefensiz yatmakta o formaldehit havuzunun içinde. Kendisini defnedecek kimse bulunamadığından tıp fakültesinde genç hekimlere emanet. Bedenlerinde hekimlerin şifalı elleri geziyor şimdi, bir başkasına şifa oluyor kimsesiz bedenleri.

Eczacılık fakültesinin birinci sınıfında Anatomi dersi laboratuarında hocamız bizi kadavraya götürmüş, içeri alınmamızdan önce içerideki her şeye bir maket olarak bakmamızı, insan olarak düşünmemiz halinde bunun bizim açımızdan yaralayıcı olabileceğini telkin etmişti. Bedenlere yabancılaşmamız, onlara dokunmaya cesaret etmemiz bir yarım saatimizi almıştı. Bizim zamanımızda donsuzdu kadavralar. Hep ondan ahlakımız pek bozuk. Sonra birileri çıktı geldi, donsuz kadavra olmaz dedi. Don giydirdiler hepsine çaresiz. Avret yeri neresiydi insanın, nereyi örtmesi gerekirdi? İkiyüzlü ahlakı hangi renk çamaşırla kombinlesek zengin dururdu? Doğmamış çocuğa don biçmeyenler, kasaptaki ete soğan doğramayanlar kadavraya don biçmeyi görev saydılar. Tıp fakültesi öğrencilerinin Zeynep Teyze dedikleri o bedenin avret yerinden tahrik oldular bağzı abiler. Laik ve bilimsel eğitim kadavranın iç çamaşırına takıldı durdu. Bir alışveriş merkezi açılışında iç çamaşırı mağazasının vitrinleri karartılmıştı beyefendi kızmasın diye. Verilen mesaj şuydu: “biz don satmıyoruz, hatta inanır mısınız giymiyoruz da”. Kırmızı don giysek hepimiz aynı anda aynı şeyi dilesek kabul olur muydu?

Ölü sevicilik hep Gezicilere ithafen söylendi durdu da, kefensiz yatanların bedenleri üzerinde bile iktidarını kurmak istedi erkek devlet. Yiğitlik o cehennem olsa da fedayı kabul etmekti, cennet yapabilmek için onu yoksul ve namuslu halka. Öyle demişti Ahmetlerin en Arifi. Perde kapandı abiler, öyleyse hepinize donsuz geceler dileriz.


Discover more from Erkan's Field Diary

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Leave a Reply

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.