Büyük seçim mi olsun?
Şimdilerde televizyon ekranlarında başörtülü tonton bir teyzenin “yiyin gari!” nidaları eşliğinde evlerimize giren patates cipsi, biz çocukken sadece bir yabancı markanın ürettiği tırtıklı ve bol tuzlu, bol yağlı, marketlerde bulundukları raflara uzanılmasını müteakiben annelerin “evladım ben bundan size evde yaparım” demesini gerektirecek kadar da sağlıksız, aynı zamanda pahalı bir yiyecek idi. Taşradaki memleketimizde hamburger türü fast-food yiyecekler satan bir mekan bulunmazdı. Büyükşehirden bizim memlekete tayin olmuş (sürülmüş?) bir emniyet amirinin kızının şirketin ismini vererek “ayyy, bir büyük hamburgercimiz bile yok” diye mızmızlandığını hatırlıyorum. “O büyük hamburgercinin açılması için dükkanın önünden günde bilmem kaç kişinin geçmesi lazımmış” diye duymuştum birilerinden. Mecburiyet Caddesinde bir aşağı bir yukarı gidip gelen tayfa belki bu işe yarayabilirdi. Boş gezenin boş kalfalarının emperyalizmle bir ilgisi olmalıydı.
Yurtdışına çıktığında domuz eti yememek üzerine ciddi bir imtihandan geçer yurdum insanı. Öyle ki, dilini de bilmiyorsa o ülkenin, yemek sıralarında ülkesinde seküler duruşundan taviz vermeyip hiç telaffuz etmediği dinini diline dolar: “I am Muslim! I do not eat pork!”. Yeni tatlara mesafeli, damak tadından taviz vermeyen masum köylü, zinhar karşı olsa bile o büyük hamburgerci standardize yemekleriyle karşıdan el salladığında dayanamaz. Bir kereden hiçbir şey olmaz. Ülkesinde her sabah televizyonu açtığında tonton bir teyzenin “serbest gezmeyen tavukların etini yemeyin” diye azarlamalarına maruz kalmaktadır. Yurdunun ve o tonton teyzenin görüş alanının dışında, antibiyotikle şişirilmiş tavuklar, tadını bilmediği diğer yiyeceklerden cazip gelir. Kasiyer sorar: “Bir Euro farkla içeceğinizi ve patatesinizi bir boy büyütmek ister misiniz?” Sabahtan bu yana aç kalmış masum köylü, “merhaba dünyalı biz dostuz” selamı almışçasına sevinir. “Evet, evet büyük olsun, en büyüğünden!”Bir kova patates ve bir kova kolayla masasına kurulduğunda yeni bir dünyanın tatlarına prim vermeden, alışkın olduğu damak tadının keyfiyle patlayana kadar yer. Yiyin efendiler yiyin, bu bir kova patates sizin!
Bir başka şirket daha zincir lokantalar açar, yurdum solcusu “bu öbüründen iyiymiş, daha az sömüreninden” diye sevinir. Kısaltmasıyla müsemma Çok Uluslu Şirketler(ÇUŞ), seri çalışan kasiyerler, standardize iş süreçleri, marulları aynı boyutta kesebilen elemanlar isterler. Tek tip insan, tek tip yemek ister. Dükkânın önünden her gün daha fazla kişi geçer, mekan self servistir, herkes kendi dünyasında en az on beş dakikalığına mülteci. “Size özgürlükten önce ekmek lazım” diyerek dağıtılır sosyal yardımlar. Ekmeksiz özgürlükten daha tehlikelidir oysa ki, özgürlüksüz ekmek. Büyük seçimlerle boyarlar gözümüzü, midemiz kaldırmaz o kadarını. İki çocuk, kendi dünyalarında mülteci, yemek isterler o artan patatesleri. Dükkânın önünden geçmelerinde sakınca yokken, yarın seçim olsa annelerine babalarına oy verme hakkı tanınacak çocuklar, patatesleri almaya kalktıklarında yaka paça atılırlar dışarıya. Başka bir damak tadına aşina olmak istememektedir insanoğlu. Hakça ve özgürce bölüştüğünde ekmeğini yeni bir dünyanın tadına varabilir oysa ki. O dünya ki, bire on, bire yüzle yarınlara gebedir. Yoksa, yoksa ateş bizi mi çağırmaktadır?
Nazım Ustanın dediği gibi “Bir öyle şaşılası dünyadır ki burası, insanları sözle besliyorlar, domuzları patatesle”. Söz değil, eylem zamanıdır öyleyse. Boğazımızdaki yumruları atmaya talip, yerin altındaki yumrular kıyama gelmiş, hasadı beklemekte. Gezi’de kurulan yenidünyanın tadı damağımızda kalmasın diye. Bizimki büyük seçim olsun.
Discover more from Erkan's Field Diary
Subscribe to get the latest posts sent to your email.