Yarın 17 Aralık
Yazacağım o 17 Aralık değil, şimdilik şu notla yetineyim: İktidar imkânsızı başardı, tıpkı Gezi’de olduğu gibi beş benzemezi bir araya getirdi. Türkiye’de ilk kez bu düzeyde bir “demokratik duygudaşlık” kuruluyor! Yurtdışı tepkisini de ekleyince 14 Aralık hamlesinin beklenenin aksi yönde bir sonuç verdiği aşikâr. Ortalık kızışacaktır.
17 Aralık Türkiye’nin üyelik müzakerelerine başlama kararının alındığı AB zirve toplantısının onuncu yıldönümü. Radikal19 Aralık 2004: “Başbakan Erdoğan Avrupa Birliği zirvesinden çıkan kararı ‘bayram’ ilan etti. (…)Yollarda Türkiye ve AB bayrakları, Kızılay Meydanı’nda AB ve Türkiye bayrağı olan büyük balonlar dikkat çekti. Belediye AB ve Türkiye bayraklarının olduğu balonlar dağıttı.”
Bu “balon” faslını atlamışım, bugün AB işinin geldiği noktayı iyi resmediyor: Büyük bir balon; görünür ama içi havagazından ibaret. Görünürlüğü işe de yarıyor. AB’li liderler, yeni komiserler geliyor, dostlar alışverişte görsün misâli beyanlar veriliyor ve bu sayede Erdoğan medyası içeriye Cumhurbaşkanımıza gösterilen teveccühü pazarlıyor. İlâveten AB, iktidarın “demokratik” icraatını anlatmak için hâlâ kullandığı bir delil. Oysa “müzakere eden aday ülke” Türkiye, müzakereye başlamak için gereken Kopenhag Siyasî Kriteri uyumunda çoktandır yetersiz, 2006’dan itibaren…
Nitekim iktidar Ekim 2005’te başlayacak müzakereleri garantiye alır almaz AB işini bir kenara koydu. Baktım eski yazılara,müzakerelerin fiilen başladığı o tarihten itibaren artan dozda “alarm” yazıları kaleme almışım. Zira iç dinamiği kifayetsiz ve “AB çıpası” tarayan bir Türkiye’nin iflâh olmayacağını düşündüm daima, bugün sonuç ortada. İçinde bulunduğumuz vahim duruma bakarak, AB reformlarını koalisyon hükümetinden devralarak sürdüren AKP’ye zamanında verilen liberal desteğin körlük, kullanışlı aptallık, hâsılı kelâm yanılgı olduğunu iddia eden çok. Oysa bu destek daima koşulluydu. Bugün olsa yine verilir. Artık muhalefette saf tutan liberaller ve demokratlar koşulu asla gözardı etmediler ve alarm zillerini çalmak için bugünü beklemediler.
AKP’nin toplumun önünü açmada, takiyye veya samimî, yaptığı icraatı bugünkü totaliter gidişatına bakarak topyekûn çöpe atanların itirazlarının beslendiği yer de o AB reformlarıdır! Zira AB çalışmaları yalnız iktidarın siyasî hesabını gerçekleştirmek için işlevsel olmadı. Aynı zamanda toplumu da kudretlendirdi. Türkiye’nin değişim arzusuyla AB esinli reformlar arasında tarihî sinerjinin icracı gücü AKP hükümetleriyse öznesi toplumdu. İttihat Terakki döneminden bu yana topluma giydirilmiş deli gömleği bu yolla yırtılıp atıldı.
AB üyeliğinin, en azından şimdilik akamete uğramasıyla kaçan fırsatlar saymakla bitmez. AB uyumu bu “sağlıksız” topraklara ilaç gibiydi. Kalkınmakta olan bir ekonominin her kalkınan ülkede tekrarlanan hatalardan azade olması için fırsattı. İslam ile demokrasinin bağdaşamaz olduğu önkabulünün çöpe gitmesi için fırsattı. Tarihinin hiçbir aşamasında Hıristiyanlık dışı bir inançla eşit olmayı kabullenememiş Batı Avrupa için fırsattı.
Fırsatlar kaçtığı gibi Türkiye totaliter yola girdi. Yine de bugün, topluma “yeni” bir deli gömleği giydirmeye çalışan iktidarın çabası nafile. Toplum uyandı ve kudretlendi bir kere. 2002 sonrasında tuzbuz olan yapay ulus tarifinin ihyası ne kadar mümkün değilse 2002 sonrası Türkiye toplumunu zapt-u rapt almak da o kadar mümkün değil. Özetle, ne iktidarın Yeni Türkiyesi ile çakma Osmanlısına ne de ulusalcıların yapay Türkiyesine dönmek mümkün. Sonunda Türkiye dönüp dolaşıp AB’ye geri dönecek, zira bugünkü devasa illüzyona rağmen gidecek yeri yok. Ne var ki AB’siz geçiş dönemi (ya da faşizmden çıkış) çok sert olacak, belki ilk kez Türklerin bedel ödemesiyle yeni toplumsal kontrata vasıl olunacak.
Bu yazı ilk olarak Taraf’ta yayınlandı. Yazarın izniyle burada da yayınlanıyor.
Discover more from Erkan's Field Diary
Subscribe to get the latest posts sent to your email.