zeytin gûyâ “cennet meyvesi” ama, tıpkı yerle bir ettiğimiz rum ve akdeniz evleri gibi, deniz halklarının kültüründe var esasen. karadan gelme hordalar müslüman olmalarına rağmen zeytini pek çözebilmiş değiller.
ama doğal, ama pr mucizesi bir şekilde zeytin ve yağının ne nimet olduğu anlaşılıncaya kadar ben bodrum’dan cebimde bir şişe yağ ile gelir, lokantalarda salataya vs. onu koydururdum. istanbul da da zeytinyağı bilinmez, o acaip sarı renkli rafine sıvı yağlarla salata yapılırdı… brrrr!!!
haa, “istanbul nasıl zeytinyağı bilmezmiş?” derseniz, tanımadığından değil idi, unutmuş idi. öncelikle reklamlar, pazarlama taktikleri, fiyat oyunları derken fabrikasyon yağlar her eve girmiş, sarmalar, dolmalar, enginarlar da o acaip yağlarla pişirilir olmuştu.
zeytinyağı ise pazar mekanizması dışında kalmış, bir kaç markanın eline sıkışmış ve hayli pahalı bir gıda idi. biz aşağı memleketlerde 20/50 tabir ettiğimiz hakikî ama azıcık asitli ve has kokulu yemyeşil bir yağ yerdik. ya da canım “yingem” sağ olsun, teneke ile ayvalık’tan gönderirdi. eve tereyağı ile ikisi girerdi o kadar. kızartma için bile…
zeytinyağı son 10-15 yılda hem gayet iyi tanındı hem de pazara girdi. eh, bu da tabii ki diğer yağ üreticileri,nin hoşuna gitmedi. hele birinin çok sağlıklı, ötekinin de fena halde sağlıksız oldukları ortaya çıktıkça, canları sıkılmaya başladı. ne yapsınlardı? tam türkiye rekabetçi bir zeytin ve zeytinyağı üreticisi olmaya aday iken, zeytin tarımının da gıda sanayiinin de belini kıracak şu “mahvettin kanunu”nu hazırladılar.
ayvalık’ta önemli zeytinci ve zeytinyağcı familyalardan soyadını unuttuğum kaya adlı bir üretici 40 yıl önce zeytinyağı üzerine amerikalı rakiplerin oynadığı benzer bir oyunu anlatmıştı. zeytin ancak uzun yıllar sonra verim vermeye başladığı için o kadar beklemek istemeyen rakip yağlar her yönden türk pazarına dalmışlardı. vita, sana, olin, pelin hepsi giderek süpermarkeleşen pazarı istilâ etmiş, zeytinyağına yer kalmamıştı.
kaya’ya göre, bu atağın kültürel de bir boyutu vardı: bizim çocukluğumuzda söylenen “zeytinyağlı yiyemem aman / basma da fistan giyemem aman” türküsü, buna bir örnekti. yeni gelişen ekonomilerin temel direği olan tarım, bu vak’ada zeytin tarımı ve de naturel elyafla tekstil sanayii alaya alınıp “kıro”laştıtılıyordu. nitekim teneke yağlar dışında o dönemlerin moda giysileri de giderek naylon iplikten üretilir olmuş, pamuğun, yünün pabucu dama doğru uçuşa geçmişti.
vatanı sadece içine edilecek, her kum zerresinden bir para kazanıp artanı mezbele ve moloz olarak bırakılacak bir kaynak kutusu sananlar için zeytinden kazanamadıklarını nükleerden kazanmanın hiç bir sakıncası yok.
kendilerine bizim sâyemizde vatan yapan avustralyalılar ise, kuzey kıyılarından ilk zeytin hasadlarını topladılar çoktaaannn…
Discover more from Erkan's Field Diary
Subscribe to get the latest posts sent to your email.