Doğu?nun modernite paradoksu (bis)
Gürbüz Özaltınlı benim de içinde bulunduğum bir ?aydın kümesi?nin ruh halini yazmış. ?Söz konusu aydın kümesi, evrensel geçerliliğe sahip en anlamlı siyasal değerleri, -bütün problemlerine rağmen- batı modernleşmesinin ürettiğine dair güçlü bir inanca sahip. Doğulu yanımızla barışık değiller ve geleneğe güvenmiyorlar? diyor. İktidarın icraatı ve bu icraata verilen destek sonucunda bu aydınların işlevsizleştiğini, dolayısıyla karamsarlaştıkları tespitinde bulunuyor. Tarih katarının artık onlara rağmen yürümeye devam edeceğine işaret ediyor. Son hükmü şu: ?Artık iyice anlaşılıyor ki biz kendi toplumsal sorunlarımızı, kendi tarihsel özelliklerimizin ve dinamiklerimizin belirlediği yönde çözmeye çalışacağız. Kürt sorunundan refahın dağılımına, özgürlüklerden kalkınmaya, Batıyla ilişkilerden Ortadoğu?daki rollere kadar tüm konularda muhafazakâr sosyoloji ve onun politika yapıcıları en etkin aktörler olacak.?
Makaledeki arayış yeni değil. Görece bir ekonomik gelişme sonucunda özgüven patlaması yaşayan Batı dışı toplumlarda sık görülür bu semptomlar. Akıbetleri pek iyi olmaz. Aralık 2012?de Taraf?ta tam bu konuyu ele alan ?Doğu?nun modernite paradoksu? başlıklı yazıda, İbrahim Kalın?ın bir söyleşide serdettiği aynı iddiaları ele almış, şunları hatırlatmıştım.
“Küreselleşme, temelde ulus ve iktisadiyat olmak üzere Batılı paradigmanın kavram ve uygulamalarının küreselleşmesi demek, Batılı olmayanların kendi meşrebleriyle yeni bir modernite üretmeleri değil. Böyle bir şey hâlâ ufukta yok. İllâki olacaksa adres aşağı yukarı belli: Şanghay İşbirliği Teşkilâtı kriterleri! İnsan topluluklarını fütursuz bir kalkınma ve tüketimle bir arada tutmaya çalışan milliyetçi, ceberut yönetimler. Bugün bulunduğumuz eşik burası.
Zira küresel dünyanın yeni zenginlerinin temellerinde de Batı menşeli ulus ve iktisadiyat var. Fakat onlar Batı?nın birbirini (ve dünyayı) kıra kıra, doğasının canına okuya okuya aldığı derslerden mahrumlar. Neden? Çoktandır eşitlenmiş, dümdüz edilmiş farklılıklarını başka modernlik adı altında yeniden keşfetme uğruna. Vardıkları nokta defolu taklitler. Türkiye?de olduğu gibi.
Batı dışında oluşturulmaya çalışılan kavram ve kelimelerin büyümeci/kalkınmacı kapitalist model dışında işaret ettiği herhangi bir model mi var? Toplumların ahengi ve insanların birbirlerini yoketmeden birarada yaşamaları konusunda demokrasiden daha ehven bir uygulamaları mı var? Elbet yok! Keşke olabilseydi ama bunun için sanki çok geç. Sonuçta ne oluyor? Ne Batı?nın dayattığının dışında ve gerçekten farklı bir dünyaya erişmek mümkün oluyor ne de Batı?nın ehven-i şer düzenine vasıl olmak. (?)
Batılılaştırılmış Türkiye bunun mütemmim cüzü. Batılılaştırma farzedildiği gibi Kemalistlerle başlamadı, taa III. Selim?e dayanıyor. Devletin bekası adına ve dolayısıyla tepeden inen bir yabancılaşma bu. O vakte kadar carî olan kendi kavram ve kelimelerimizin hezimeti. Bunları yeniden keşfetme çabasının cazibesini anlarım. Kalın?ın sözünü ettiği merkez-çeper arasındaki yeni denge ve sinerjileri de. Ama ikiyüz yıllık dönüşümü bir kalemde silmeyi, ?yeni zenginlik? halini de ?yeni modernlik? sanmayı anlamam.?
?Muhafazakâr sosyoloji ve onun politika yapıcılarının? yeni, zengin ve farklı Türkiyesi maalesef bayat bir halüsinasyon. Halüsinasyondan ibaret olsa neyse, ağır yan etkilerini el?an yaşadığımız bir kâbus.
Bu yazı ilk olarak Taraf’ta yayınlandı. Yazarın izniyle burada da yayınlanıyor.
Discover more from Erkan's Field Diary
Subscribe to get the latest posts sent to your email.