Fırtına öncesi sükûnet?
Başbakan ve yakın çevresi Gezi Krizi?ni ne kadar görmezden gelse de Gezi?nin faş ettiği sorunlar, siyasette yarattığı kırılmalar seçim döneminin de katkısıyla önümüzdeki dönemde hem siyaseti hem demokrasinin alanını belirleyecek.
Başbakan?ın sert ve saldırgan üslubundan vazgeçmeyeceği ve çok tanıdık vıcık popülist, milliyetçi, çatışmacı eski dilini değiştirmeyeceği anlaşılıyor. Kendi ifadesiyle: ?Kusura bakmayın Tayyip Erdoğan değişmez?! Ara sıra kendisini sakinleştirmekten başka bir görevi olmadığı anlaşılan yakın çevresinin dışında kimseyi dinlemediği de anlaşılıyor. İkaz açık:?Sen hangi partiyle konuşuyorsun yaa? Sen AK Parti iktidarına böyle bir ultimatom verebilir misin? Önce haddini bileceksin yaa. Ne platformu olursan ol, ayaklar ne zamandan beri baş oldu? Milletin vermiş olduğu yetkiyi bu iktidar kullanamaz duruma gelirse o zaman bittik demektir.?
Buna mukabil yakın adamları, teşkilât ve hükümet, patronun sertliğini yumuşatma, allayıp pullama görevini sürdürecek. Erdoğan Medyası?ndaki profesyonel güzellemeciler ve ikbal peşinde koşan yeni yetmeler de bunu halka anlatma, ?yok canım tam öyle değil? misyonlarını sürdürecek. Bu şizofrenik hâlden hayırlı bir şey çıkacağını beklemek abes. Zira son tahlilde kararları alan ve veren tek kişi Tayyip Erdoğan, üstelik siyasî geleceğini oynayan bir Tayyip Erdoğan?
Başbakan?ın şimdiden başlatmak zorunda kaldığı seçim kampanyasında kullandığı sert dil her geçen gün Türkiye?yi daha fazla geriyor. Bakalım çatlamadan 2015?e kadar nasıl dayanacağız. Hoş, iletişimciler devamlı azar işiten bir kişi ya da bir insan topluluğunun bir zaman sonra devreleri yaktığını ve hiçbir şey duymaz olduğunu söylüyor ama?
AKP?nin verdiği meclis araştırma önergesinin gerekçesi, iç/dış mihrak edebiyatı, gönüllü hekimlikle ilgili soruşturma, yaralılara kapı açan üniversite, otel ve olayları haber yapan basına verilen ayarlar, AKP?nin gövde gösterilerinde bindirilmiş kıtalara boca edilen gerçekdışı hikâyeler, bütün bunlar iktidarın kutuplaşmayı derinleştirerek toplumun çoğunluğundan intikam alma peşinde olduğunu gösteriyor. Yurtdışı ile kabaran atışmalar da cabası.
İşin ekonomik boyutuna bakalım. Seçim ekonomisiyle ulufe dağıtımına alenen başladığı görülüyor: 19.000 yeni memur alımı, sözleşmeli 96.000 personelin kadroya girmesi, cep telefonu vergisinde indirim, projeleri daha hızlandırmak için Kamu İhale Yasası?nda (ondokuzuncu kez) değişiklik? Arkası gelecektir.
Bu tüyler ürpertici koşullarda, aciliyet arzeden Kürtlerle barış inşası ve anayasa yazımının akamete uğraması artık olmayacak şey değil. Hele meclisin normal bir dönemdeymişiz gibi üç ay tatile girmeye hazırlandığı sırada. Böyle bir ortamda farklı toplum kesimlerinin özgürlük talepleri karşılanabilir mi? Türkiye iyi kötü yakaladığı siyasî ve ekonomik istikrarı ve bunun için gerekli dış desteği (AB süreci, doğrudan yabancı yatırım) sürdürebilir mi?
Tekadamlığın bedeli
Tuhaf bir memleket burası? Her mütehassıslığı haiz bir başbakanın kendisi ve arkasını toplayanlar dışında bir partili kulun ağzını açamadığı, açanın da lâfının ağzına tıkıldığı bir ülke.
Ancak tek elde toplanmış iktidarların ciddî bedelleri olur. Bugün AKP?nin İstanbul?da gelecek seçimi rahatlıkla kazanabilecek belediye başkanı adayı yok. Çünki Başbakan aynı zamanda Belediye Başkanı, her şeyin bakanı olduğu gibi. İstanbul?u ezkaza kaybeden bir Tayyip Erdoğan?ın nasıl bir ruh haline gark olacağını düşündünüz mü peki?
Keza tekseçiciliğin de bir bedeli var. Önümüzdeki dönemde kararların tek elden alındığı danışsız, denetsiz, dengesiz, dolayısıyla hesapsız ve hatalı büyük projeler ekonomik pastayı büyütme adına katlanarak artacak. Gezi Parkı?ndaki itirazın ardında şu sormadan etmeden tek başına karar alıp iş yapma biçimi olduğunu hatırlayacak olursak itirazların da artacağını öngörmek zor değil.
Genel ekonomik veriler istihdam yaratma açısından ümit verici değilken, asgarî %5 büyümeyi tutturmanın yolu Kürtlerle barıştan geçerken tekadamın barışı erteleme eğilimi hayra alamet değil.
Başbakan?ın Gezi Krizi sonrası içine düştüğü telâşe seçim barajını kaldırmayacağının işaretiydi. Akillerle son toplantıda teyit edildi. Oysa elindeki bütün siyasî, maddî ve hukukî gücü seferber edip art arda seçim zaferleri elde etse de Türkiye?yi eskiden yönettiği gibi yönetmesi mümkün mü?
Kendi deyimiyle ?kimse kusura bakmasın? bu millet bir kez daha deli gömleği giymez. Lidere tam biat etmiş AKP de dâhil olmak üzere Türkiye?nin eski partileri, seçim kazansalar da yeni Türkiye?yi yönetmekte çok bocalayacaklar. Tıpkı 28 şubat sonrasında eski muktedirler gibi?
Bu yazı ilk olarak Taraf’ta yayınlandı. Yazarın izniyle burada da yayınlanıyor…
Discover more from Erkan's Field Diary
Subscribe to get the latest posts sent to your email.