Gezi Direnişinin ilk gününden itibaren AKP apolojistleri sandık çağrısı yaptı. Göründüğü kadarıyla kendilerine en çok güvendikleri alan. Bu sandık vurgusu öyle bir boyuta vardı ki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül bile demokrasinin sandıktan/seçimden ibaret olmadığını vurgulamak zorunda kaldı. Tabi artık kötü niyet, ya da yanlış anlamlandırmalar sonucunda daha en başta bir yanlış vurgu var. Gezi direnişçilerinin derdi bir darbe miydi? İlk yazılarda da vurguladığım gibi kötü idare edilen bir süreç sonucunda darbe isteyenlerin de direnişe destek vermesi söz konusudur. Ama Gezi ruhunun hiç bir anında mesele bir siyasi partiyi devirmek değildi. Erdoğan eski Erdoğan olsa ve daha olumlu bir yaklaşım sergilese eminim aktivistlerin bir kısmı AKP’ye oy vermeye devam edecekti. Tabi gelinen noktada Gezi direnişçileri içinde hala AKP’ye oy verecek insan çıkması artık zordur.
Mesele bir haysiyet ayaklanması iken iktidar çevreleri bu sivil hamleyi CHP’ye atfederek anlamsızlaştırmaya çalışmış, CHP’nin de seçimde yapamadığını bu şekilde yapmaya çalıştığını varsaymıştır. Tabi böyle bir mantık yürütme içinde sandık çağrısı yapılarak artık şeytanlaştırılan CHP ve genel olarak muhalefete yeni bir ders vermek arzusu ortaya çıkmıştır. Zaten yanlış başlayan bir mantık yürütmeyle iktidarın bu sosyal fenomene anlamlı bir karşılık verebilmesi imkansızdır. Yani mesele zaten sandıkta çözüm arama meselesi değildi ama bunlar bir yana bir de bu seçim olayına bakalım.
Muhtemelen AKP bir sonraki seçimde de birinci parti çıkacaktır. Buna şüphesi olan var mıdır bilmiyorum. Varsın birinci parti olsun, azınlıkların da haklarının korunduğu bir sistemde kimin kazandığı pek umurumda değil, ama ne yazık ki onlarca yıl içinde kurgulanan bir ezilmişlik psikolojisi içinde Erdoğan hala çoğunluğun hakkının yedirilmeyeceğinden bahsediyor. Bu durumda AKP’nin oylarının yükselmesi hak ihlallerinin artmasına yol açacaktır. Buna da pek şüphe yok. Son 3 yıllık sicil yeterli delil sunuyor.
Burada iki derdim var: Birincisi seçim barajı. Şimdiye kadar belli bir istikrar beklentisiyle bu seçim barajı olayı hakkında fazla düşünmemiştim. Ama ortaya dolaşan rakamlar doğruysa milyonlarca geçerli oy, bu baraj yüzünden geçersiz hale geliyor. O çok övünülen yüzde 50, belli bir seçim sistemi sayesinde ortaya çıkan bir yüzde 50. Ayrıca varolan şekliyle yeni bir siyasi partinin ortaya çıkıp başarıya ulaşması zor. AKP, CHP ve MHP varolan sistemde kendi yerlerinden memnun, bir tür tekel kurmuş durumdalar. Taban giderek bu yapılanmadan rahatsızlık duyarken bu 3 parti sistemi bozmak istemiyor. Sürekli hadi sandığa gelin diye AKPlilerin bu konudaki sessizliği de epey bir iki yüzlülük oluyor. Barajı indirin de bir seçim görelim diyesi geliyor insanın…
İkinci sorun Gezi Direnişi sürecinde ortaya çıktı benim için. Direniş boyunca AKP apolojistleri o kadar çok sahtekarlık yaptı, o kadar çok belden aşağıya vurmaya çalıştı ki, gözlerimle görmesem belki inanacağım o kadar bariz yalanlar söylediler ki ben AKP’nin seçim başarılarından da biraz şüpheye düşmeye başladım. En azından meşhur Beyoğlu ilçe başkanlığı seçimi gibi daha önce inanmak istemediğim bazı vakalarda iddiaların gerçek olabileceğini düşünmeye başladım. Gezi Direnişinin seçim sonuçlarını doğrudan etkilemesini beklemiyorum ama kendine güveni gelen sivil toplum güçlerinin seçimde daha hayati bir gözlem gücü haline gelmesini ümit ediyorum. Muhtemelen seçim sürecinde yapılacak sahtekarlıkların afişe edilmesi, sonuçların kontrol edilmesi demokratik süreç açısından hayati bir öneme sahiptir…
Discover more from Erkan's Field Diary
Subscribe to get the latest posts sent to your email.