20 yıl önce bugünler Yugoslavya
?Yugoslavya?nın kalbine oku saplayan milliyetçilikti. Miloşeviç Sırp milliyetçiliğini öne çıkararak önce Kosova?nın, akabinde Voyvodina?nın özerkliğini ilga etti, ardından Sırbistan?daki bütün muhalefeti yok etti ve sonunda milliyetçi saldırılarını komşularına yöneltti. Miloşeviç bir Yugoslav değil, bir Sırp emperyalistiydi. Ordunun suçortaklığı olmaksızın Yugoslavya?yı yıkamayacağı gibi buna yeltenemezdi bile. ?Kardeşlik ve Birlik? şiarının kalesi sayılan Yugoslav Halklarının Ordusu JNA tek bir etnik unsurun namına bir ölüm makinesi haline gelmeyi içine sindirebilmişti. Mayıs 1990 Hırvat seçimlerinde Franyo Tucman?ın zaferi ise iktidara Sırbistan karşıtı, dar kafalı ve kriptofaşist bir rejimi getirdi. ‘Yugoslav çözümü’ arayışında olan Makedonya Cumhurbaşkanı Gligorov ve İzzetbegoviç gibi masum seyircilerinse Miloşeviç’in saldırganlığı ve radikalliği karşısında hiçbir şansları olmadı.
Komisyon başkanı Jacques Delors?un şahsında Avrupalılar birliğin bozulmaması kaydıyla ülkeye kocaman bir ekonomik havuç sözü verdiler, AB dönem başkanı olarak Hollanda Yugoslavya?ya, Avrupalılaşarak ruhunu kurtarması telkinlerinde bulundu. ABD, Markoviç hükümetinin 1989’da ülkenin birliğini demokratik yollarla muhafaza etmek üzere girdiği yola destek verdi.
Slovenya büyük olasılıkla Yugoslavya’da kalmaya çalışacaktı. Nitekim daha iki yıl önce Milan Kuçan Yugoslavya taraftarı bir programla seçilmişti. Tucman bile, ne kadar Yugoslavya karşıtı olsa da konfederasyon için teklifler getiriyordu. Ama Miloşeviç bunları her defasında geri çeviriyordu.
Her üç ülkede de yaşamış birisi olarak şunu teyid edebilirim ki Tito dönemi Yugoslavya Sovyetler Birliği?nden ziyade İspanya?ya benzerdi. Tito arkasında diğer doğu Avrupa ülkelerinden çok ilerde olan ve ekonomik ve siyasî reforma hazır bir ülke bırakmıştı. Her ne kadar kendisi milliyetçi değil idiyse de kullandığı metodlar ironik olarak sert milliyetçiliklerin yükselmesini hazırladı. Tito?nun ?Kardeşlik ve Birlik? şiarı bir polis devleti mekanizmasıyla hayata geçirilmeye çalışılıyordu. Milliyetçiler düzenli bir şekilde hapse girerlerdi; bugün bağımsız cumhuriyetlerin başkanları olan Tucman ve İzzetbegoviç Tito?nun hapishanelerinde zaman geçirmişlerdir. Tito?nun miras bıraktığı Yugoslavya?da 1945?ten bu yana yasaklı milliyetçilik uyandı. Maalesef bu uyanış, milliyetçiliğin gayridemokratik karakterini yumuşatmak için yeterince demokratik olmayan bir Yugoslavya?da gerçekleşti.
Burada sadece Balkanlar için değil Avrupa?nın bütün sabık komünist ülkeleri için geçerli bir ders var: Aslında komünizm ile milliyetçilik arasında göründüğünden çok daha ortak yan vardır. Her iki dogma da katı cemaatçidir; bireyler cemaatin yanında birer hiçtir. Her ikisi de militanca dışlayıcıdır; cemaate dahil olmayan katli vacip olan bir düşmandır. Bosna’nın muharebe meydanları tıpkı Dağlık Karabağ gibi dünyayı ikâz etmektedirler: kişi hakları eğer öncelikli olmazlarsa kesinlikle yokolacaklardır. Zaaflar ve başarısızlıklar cesette mündemiçtir.?
Alıntılar ABD’nin Belgrad’daki son sefiri Warren Zimmerman’ın bakanlığına yolladığı 12 Mayıs 1992 tarihli, ?Yugoslavya’yı kim katletti? başlıklı son kriptodan. 1996’da ?Bir Felâketin Kökleri: Yugoslavya ve Onun Yıkıcıları? kitabında yayımlandı.
Yugoslavya’da olanlarla Türkiye’de cereyan edenler arasında pekçok fark var. Yugoslavya’nın trajedisi çatışma önleyicilik ve çatışma çözümü açısından ?berbat örnek? olarak geçer. Ama buralarda olup bitene bakınca Türkiye’nin Yugoslavya’dan pek aşağı kalır yanı yok.Burada uluslaşma döneminden bu yana üreyen sorunların çatışmaya dönüşmesi önlenemiyor, çatışmalar da çözülemiyor.
Yirmi yıl önce tam bu zamanlar BM’de Yugoslavya masasında çalışırdım. Son Yugoslav Başbakanı Ante Markoviç’in Yugoslavya’yı demokratik yolla dönüştürmek ve birarada tutmak için sarfettiği insanüstü gayreti hatırlıyorum. Keza Hırvat, Sloven ve Sırp liderler arasındaki bitmez tükenmez pazarlıkları. Herşey 1991 sonunda yerle bir olmuştu. Yugoslavya’daki demokratik kültürün güdüklüğünü bilince bu trajik sona şaşırmamak gerekirdi.
Yugoslavya yine de mucizevî bir şekilde, aslında AB’nin telkinlerine uyarak ve milliyetçi ihtiraslardan taviz vererek bir arada kalabilseydi hem ruhunu kurtaracak hem Soğuk Savaş sonrası AB genişlemesinin 2004’teki ilk furyasında yerini alacaktı. Nitekim en ?gelişmiş? unsurları peşisıra AB’de yerlerini almıyorlar mı? Slovenya 2004’de, Hırvatistan 2014’de. Geri kalan beş devletçik de arkadan gelecektir. Ama geride korkunç bir beşerî kayıp ve derin bir ahlakî çöküş bırakarak…
Bu yazı ilk olarak Vatan gazetesinde yayınlandı. Yazarın izniyle burada da yayınlanıyor.
Discover more from Erkan's Field Diary
Subscribe to get the latest posts sent to your email.