Nihan’dan başka şu arkadaşların yorumlarını gördüm: Işıl Yılmaz: Yeni Medya Düzeni Konferansı 2011 – H. Cihan Salim: DYG Yeni Medya Düzeni Konferansı?ndan arda kalanlar; içerik üret, dikkat ve dürüstlük için rekabet et! – YMD2011?DEN ARDA KALANLAR; İÇERİK ÜRET, DİKKAT VE DÜRÜSTLÜK İÇİN REKABET ET! Cem Berk Aydın’ın değerlendirmesi: Dikkat! Yeni Medya Düzeni Konferansı II Yeni Yeni Medya’dan: YMD konferansından yanıtlar? Hakan Şık: DYG Yeni Medya Düzeni 2011 – Aklımda Kalanlar ve son olarak Gizem’den: Yeni Medya Düzeni Konferansı 2011- PART-1 ve Part 2
Kayda değer diğer yorumlardan haber ediniz, ekleyeyim: sakaerka@gmail.com [E.S]
Yeni Medya Düzeni 2011
Yeni Medya düzeni Konferansı’nın ikincisi geçen Çarşamba Lütfi Kırdar’da yapıldı. Geçen sene ‘ilk senedir, aksaklıklar olabilir’ şeklinde tevekkülle geçiştirdiğimiz saçmalıklar bu sene katlanınca işbu yazıyı yazmak farz oldu.
Ben açıkçası çok büyük umutlarla gitmedim, önce onu bir belirteyim. Geçen seneki son anda değişen salon düzeniyle 100 Lira verenlerle 650 Lira verenlerin aynı yerde oturtulması, konuşmaların bir bölümünün ziyadesiyle sıkıcı olması gibi problemlerden sonra bu sene içimde biraz düzeldiğini görme umudu varsa da aksamaların olacağından adım gibi emindim. Ama açıkçası onca para verilen bir organizasyonun bu kadar kötü olabileceği aklıma gelmemişti.
Bir kere 09.00’da başlaması planlanan organizasyon, kapıdaki yığılma sebebiyle 09.45 civarı başlayabildi. Kapıda neden yığılma oldu diyeceksiniz, haklısınız. Çünkü bu kadar abartılan bir organizasyonda insan gerçek bir ‘organizasyon’ görmek istiyor en basitinden. Ama malesef… Biletlilerle davetiyelilerin karışık şekilde sırada bekletilmesi, insanların sıraya bile bir türlü nereden nasıl gireceklerini bulamamaları, o masadan o masaya savrulurken hiçbir görevlinin yardımcı olmaması ve bunlar gibi bir çok sebep yüzünden içeri giremeyen insanları beklemekle geçen 45 dakikadan dolayı geç başlayan organizasyon haliyle sarkmalarla devam etti. Ama tabi tek sorun bu olsaydı, bu yazıyı yazmaya biraz üşenebilirdim.
Peşin itiraf: Aslında açıkçası programı enine boyuna incelemedim gitmeye karar verirken. Üstelik biraz da üstünkörü incelemeyle esas adamın fiili olarak konferansta bulunacağı yanılgısıyla atladım konferansa. Assange’dan bahsediyorum tabi ki de. Esas amacım onu görmekti ve fakat davetiyeye saldırdıktan sonra video konferans durumunu farketmek biraz canımı sıktı. Ama Assange konusuna sonra geleceğim; esas adam, beni accayip şaşırtan ve iyi ki gitmişim dememin ana sebebi Jimmy Wales oldu.
Jimmy Wales, haliyle Wikipedia’dan bahsetti bolca. Ama konuşması sıkıcılıktan uzak, eğlenceli, hatta komikti. Bu bir değerlendirme noktası mıdır? Aslında olmamalı belki; ama diğer sunumlar o kadar sıkıcıydı ve dolayısıyla takipleri o kadar zordu ki, Jimmy Whale’in sunumu sanırım yalnızca benim için değil, konferansı izleyen yüzlerce kişi için de en iyi sunum olarak hatırlanacaktır.
Benim ilgilendiğim esas sunum, dediğim gibi, Assange’ınkiydi, ancak Assange sunum değil söyleşi yaptı. Hem de Oğuz Haksever’le. Şimdi bu noktada söylenmesi gereken birkaç şey var. Bir kere orası canlı yayın değil, bu konferans televizyonda yayınlanmıyor, sen orada bir spiker değil sunucu, hatta moderatör olarak orada yer alıyorsun. Nasıl olmalı? İki üç soru hazırlanmalı, onlar sorulmalı, akabinde salonun soruları alınmalı. Yani mantıklı olan bu değil mi? Ama hayır, Oğuz Haksever olayı bir ara o kadar abarttı ki, kendini ‘Julian‘la yalnız sandığından korktuk. Bet İngilizcesine değinmek dahi istemiyorum. Rezil sorularını anlatmayacağım bile. Günlük Türkçe’de bile laubali kullanım sayılacak kelimeleri özellikle seçerek sorular üretmesini de ben şahsen spontane tercümana kıl olmasına bağladım. Çünkü başka türlü açıklayamıyorum bu durumu!
Evet, Assange konuştu; uzun ve güzel konuştu. Ama sonuçta Assange’ın söylediklerini gazetelerden, Oğuz Haksever’in tarihi saçmalamalarını da sözlüklerden okursunuz diye tahmin ediyorum. Ben daha çok Twitter ve benzeri sitelerde sıkça gördüğüm bir yoruma takıldım. Assange dedi ki, Türk medyasının Batı medyasıyla karşılaştırıldığında utanması gerektiğini düşünmüyorum; Türk medyası kendi içinde utanmalıdır. Heh, işte bu lafa ‘Adama bak yav, Türk medyasını hepimizden iyi tanıyor’ diye yorum yapanlar çıktı. Hem de bir kişi değil, beş kişi değil. Neden? Yani bir kere adam Türk medyasını neden bizden iyi tanısın? Ya da şöyle sorayım, sen kendi medyanı neden tanımıyorsun? Hadi tanıyor diyelim, bu garip bir şey midir? Adamın işi bu değil mi? Ayrıca bu lafı etmek için Türk medyasının ıncığını cıncığını her köşesini ezberden bilmek mi gereklidir? Today’s feşman gazetelerini 2 hafta takip etse Türk medyasının durumunu zaten anlamaz mıydı? Ki, ben Türk medyasının Batı medyasıyla yapılan kapıştırmanın utanma kısmında geri kalacak olması durumuna da katılmıyorum. Bir kere her ülkenin / bölgenin medyası kendi iç dinamikleriyle değerlendirilmez mi? Pislikse, bizimki de kendi boyutuyla kıyaslandığında gayet pis; şeffaflıksa bizimki gayet buzlu cam. O açıdan ne Assange’ın ‘Utanmayın ey Türkler, sizden kötü Batı var’ tavrına, ne de ‘Adam süper yağ, nebçim tanımış Türk medyasını’ diye saçmalayanlara katılıyorum.
Neyse, konumuz Yeni Medya Düzeni güzellemesi olduğu için Assange hususunda fazla takılmayacağım. Bir Rezillik Top Ten yaptım ki olayın takibi kolay olsun.
- Oğuz Haksever: Bakınız yukarıdaki açıklama. Bence yeterli. Hakikaten daha yazılacak çok şey var, ama traşlıyorum. Bak hala!
- Öğlen yemeği: Esasında birincilik öğlen yemeğine gitmeliydi. Ben hayatımda böyle rezillik görmedim, derken hiç abartmıyorum. Bakın ciddiyim. Kaç yüz kişi vardı bilemiyorum, otistik bir tarafım olmasına rağmen bir grup insan benim için her zaman bir grup insan olarak kalıyor, sayıya dökme yeteneğim malesef ki yok. Haydi diyelim 1000 kişi vardı. İşte o 1000 kişi çok lezzetli yemeklerini, 4-5 açık büfeden neredeyse hiç beklemeden kolayca aldı. Ve işte bu noktada adeta bir ‘challenge’ başladı. Siz hiç çoğu takım elbiseli yüzlerce adam ve kadını ellerinde tabakla şaşkın şaşkın yemek yiyecek yer ararken gördünüz mü? Gerçekten eşsiz bir deneyim! Yemeği yaptın, bari yiyecek yer koyaydın ey DYG! Masa koymuşlar, sandalye yok. Şaka değil, saldalye YOK. Az sayıda şanslı insan kokteyl masalarını kapıp en azından iki büklüm olmadan, ama tabi ki de ayakta, yemeklerini yeme şansına nail oldular. Ve biz zavallılar, bir masanın üzerine tabaklarımızı sıkıştırıp ayakta yemeye çalıştık. Bunun için ayrıca teşekkür ediyoruz Doğan Yayın Grubu’na. Çok mersi. Çok iyi düşünmüşsünüz.
- Bilet Fiyatları: Bu şahane organizasyon için şanslı talihli öğrenciler 100 Lira, zavallı istekliler 650 Lira, parası fazla gelenler ise 850 Lira ödedi. 100 liralık biletlerin çabucak tükendiğini söylememe gerek yoktur herhalde. Ama organizasyonun 650 lira etmediğini söylememe de gerek olmadığını düşünüyorum. Madem ki bu kadar rağbet var, yap o biletleri güzel ikramlı 250 Lira, öğrenci biletlerinden öğle yemeğini çıkart, pahalı biletler de 500 Lira olsun, onlara ver ne yemek vereceksen. Ama bunu yapmadıklarına göre mutlaka vardır herhalde bir bildikleri diye düşünüyorum. Düşünmek istiyorum. Yok hayır, böyle şeyleri akıl edemiyorlarsa seneye beraber çalışalım, ben kafamdaki organizasyon planını kendilerine ücretsiz anlatırım. Yeter ki böyle rezil olmasınlar.
- Zamanlama: Yukarıda yazdım aslında, ama bir küçük şey ekleyeceğim: Spiker kafası.Ama mecazi anlamda değil, gerçek kafa. Hani canlı yayınlarda kulaklıktan ‘bitir!’ komutu gelir de spiker kafasını karşısındakinin her harfinde yukarı aşağı hızlıca sallamaya başlar, böylece de siz ekran başındaki ve stüdyodaki konuklarımız sürenin sonuna gelindiğini anlarsınız ya, hah işte aynen onu yaşadık. Konferansta. İnsanların konuşmalarının münazara yarışmasındaki gibi sona gelindiğinin anlaşılması için müzikle kesilmesinin yanında, bazı anlarda spiker (sunucu diyemiciim, kusura bakmayınız) ablanın sahneye kafasını sallayarak atlaması gerçekten mükkemmel oldu. Bence bir dahakine direkt mikrofonun sesini kapatsınlar. Daha etkili ve çarpıcı bir yöntem olur.
- İnternet: İnternet bağlantısının yavaşlığı göz doldurdu. Yani ben bildiğiniz ağladım bir ara. Video konferanslarda sorun sıkıntı çıkmamış olsa da, bir ara 3G ile bağlandığını tahmin ettiğim Aslı Tunç hocam bile Twitter’dan isyan etti: Neden kimse bir şey yazmıyor?!Yazamadık hocam, bizim bulunduğumuz yerde wi-fi çekmiyordu. Yeni Medya Düzeni Konferansı. Wi-fi çekmiyordu. İkisini aynı cümleye yakıştıramadım.
- Chooseclick.com:Bu saçma siteyi yapan arkadaşı sadece 850 Liraya şahane reklam yapma fikri nedeniyle kutluyorum. Tim Draper tarafından keşfedilmek isteyen bir arkadaşın soru sorma bahanesiyle sitesini satmaya çalışmasını rezillik kısmına sokmak istemezdim esasında. Çünkü fikir çok da fena değil; fazlasıyla insan tarafından takip edilen bir organizasyona katıl ve unutulmayacak şekilde kendini göster. Valla güzel yöntem. Ama site yaramaz işte. Site en azından işe yarar olsaydı, şu an bu listede olmazdın girişken genç. Kısmet işte.
- Müzikler: Aralardan sonra çalan, salona dönmemizi teşvik amaçlı müzikler korkunçtu. Ama gerçekten korkunçtu. Salona girdiysek de korkumuzdan girdik. Adeta Exorcist filminlerinden birinin müziğini almışlar, konferansa yapıştırmışlar gibi. Evet, adeta şumoddaydık desem abartmış olmam diye düşünüyorum.
- Konuşmacılar:Hepsi erkekti. Hepsi. O sahneye çıkabilen kadınların hepsi sunuş ya da yardım maksadıyla çıktılar. Ne hoş, ne güzel. Ama bunun yanında katılımcıların en az %40’ı kadındı. Çağıracak hiç mi kadın yok? Bari bi tane göstermelik çağırsaydınız, en azından söyleyecek lafımız kalmazdı. Ama spiker ablayı güzel bacaklılar arasından seçip mini eteği giydirmeyi bilmişssiniz? Tebrik ederiz, kadınlar olarak onore olduk.
- Simultane Tercüme:Geçen sene de aynı şey yaşandı… Şimdi şöyle oluyor; İngilizcesi yeterli olmayanlar gidip kulaklık şeklindeki tercüme aletlerinden alıyorlar. O aletlerin kulaklık olmasının bir amacı var, değil mi? Tercümeyi sadece duymak isteyen duysun, salondakiler bu eziyete katlanmak durumunda kalmasın. Ama yok! O aleti alan herkes mi sağır, aletlerin ses ayarı mı bozuk, takanlar farkında mı değil bilemiyorum, ama salonda uğultu şeklinde bir tercüme sesi… Verirken uyarsalar mesela? Milyon tane görevli vardı, çok ses çıkaranların aletlerini alıp düzeltselerdi olmaz mıydı? Yine türkilizce dinledik konferansı.
- Açılış konuşması: Ben kaçırdım, ama iyi ki de kaçırmışım. Yeni – Medya – Düzeni ya bu konferansın adı, ne demek bu diye düşündünüz mü hiç? Açılış konuşmasını yapan Doğuş Yayın Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Erman Yerdelen’in konuşmasını ‘Bir gerçek dünya var, bir de sanal’ diyerek açması ne kadar hoş, ne kadar konsepte uygun ve ne kadar konuyla bağlantılı olmuş. Kendisini ve konuşmasını hazırlayan arkadaşı tebrik ediyor, bundan sonrakiler için azıcık okuma yapmalarını öneriyoruz. En azından konferans düzenleyecekleri konuya dair temel noktaları öğrenmeleri kendileri açısından da faideli olur. Derim ben.
İşte böyle. Olmadı. Ben yine de seneye daha güzel olacağını, en azından yemek konusunda yaptıkları gibi kötüye doğru bir yöneliş olmayacağını düşünmek isterim. Sonuçta artık bir gerçek, bir de sanal dünya yok; bir dünya var, o da internet üzerinden işliyor. Böyle konferanslarla da düzenleyenler dahi en sonunda bu gerçeğin farkına varacaklardır diye düşünüyorum. Umut fakirin ekmeği. Ve ben kıro bitirişlerin hastasıyım.
Assange’ın evi ve Oğuz Haksever |
Discover more from Erkan's Field Diary
Subscribe to get the latest posts sent to your email.