Cengiz Aktar: Chiqué
Türkçedeki şike, Frenkçe ?chiqué?den gelen bir tanımlama. Frenkçedeki karşılıkları şunlar: Gayrisamimî, yapmacık, sahte, blöfçü, illüzyonist, mış gibi yapan, taklitçi, abartılı, gayritabiî, değersiz, kurnaz? Türkçede ise sadece, bir maçın sonucunu satın alma anlamında kullanılıyor. Dolayısıyla şike bir alışveriş, ticarî bir ilişki ve herhangi bir ticarî ilişki kadar masum? Parası bol olan kulüp veya yöneticileri ?parasını bastırıp? alabiliyor. Ne kötülük, hangi yanlışlık olabilir ki bunda? Verilen paranın kaydı yok, vergide azade ama doğrudan vergilerin payının toplam vergilerin %30?u civarında yani muz cumhuriyeti standardında olduğu yerde o kadar olur. Rantın yani çalışıp çabalamadan, ter dökmeden elde edilen haksız kazancın çok yaygın olduğu bir ülkede şikenin ve şikeyle kazanılan maçın lafı mı olur? Dünün gayrimüslim malları gaspından bugünün doğa talanına kadar bir ayağı rant üzerine basan bir sistemde bir rant biçimi olan şike, sistemin parçası değil midir?
Kelimenin Fransızca karşılığına dönecek olursak. Futbola aklım ermez ama iyi hareketleri keyifle seyrederim. Son yıllarda ?Türk futbolu? olarak adlandırılan bol akçeli, bol yıldızlı faaliyetten haz aldığımı söyleyemem. Sanırım bu doyumsuzluk pek çoğumuz için geçerli. Futbol meraklısı arkadaşlarım Avrupalı liglere boşuna abone olmadılar. Süper, ultra vs? ligin takımlarının evde kükreyip Avrupa arenalarında kedileştiğini yıllardır izliyoruz. Bir iki tur sonra eleniveriyorlar. Eğer Avrupa futbolu bir kıstassa bizim takımların ora takımlarıyla boy ölçüşecek mecalleri yok. Anca bizim çöplükte ötebiliyorlar. Nitekim Fener Şampiyonlar Ligi?nden men edilirken, bizim Lig?de oynayacak olması bu her anlamda ?yerel? lige verilen mana ve önemi anlatmıyor mu? Şikenin yukarıda sayılan Fransızca karşılıkları tam da bizim futbolu tarif etmiyor mu? Ayaktopu burada ?mış gibi yapan, sahte, abartılı, gayritabiî ve kurnaz? değil mi? Yalnız bu meziyetler Avrupa veya dünya ile boy ölçülünce ortaya çıkıyor. Ve bu kıstasa, o Avrupa aynasına sahalarda mecburen razı olurken kâğıt üzerinde kat?iyen razı değiliz. Sonuçta futbolumuzun ne halde olduğunu görmek için ulusal adalete ve UEFA?nın müfettişine bile ihtiyaç yok? Meselenin trajikomik tarafı da burada.
Millî ayar verme mesuliyet ve vazifesini her konuda ifa eden MHP başkanı Devlet Bahçeli bir açıklama da şike ile ilgili olarak yaptı elbette. Beyan şöyle başlıyor: ?UEFA?nın baskı ve belirleyiciliği altında?? MHP halkın hezeyanını çok isabetli tesbit ediyor, iyi okuyor. Zira birkaç istisna hariç en aklı başında Fener taraftarları da dâhil genel kanaat sahalar dışında kırılan kolların ya da ayakların yen veya bayrak içinde kalması. Adalet sistemine, hükümete öfkenin haddi hesabı yok. Hatta üste çıkıp UEFA?yı hukuka saygıya davet edenler dahi var. Ama Allahtan burada tüm zaafına rağmen bir adalet mekanizması var ve öte yandan Türkiye dışında bir dünya var. O dünyada da Türk olmayan bir dolu insan, ilke, kural var. Biz pek hoşlanmasak da dünya Türk olana kadar onlarla yaşamak zorundayız. Üstelik şizofrenik bir ruh haliyle onlarla devamlı kendimizi karşılaştırmak azmindeyiz. Her maçta ?Avrupa, Avrupa duy sesimizi? boşuna mı haykırılıyor? Öyle olunca da üye olduğumuz camiaların kurallarına riayet diye bir keyfiyet çıkıveriyor önümüze. Hay aksi!
Meselenin Türk adaleti ve UEFA kıstasları sayesinde ortaya çıkarılıyor olması öfke vesilesi ama ?şike? olduğu iddia edilen bir sistemle bugüne yaşamış olmak sorun değil.
Yerel kıstasların cazibesi
Futbolda şike iddiaları meselesinde gördüğümüz ?millî? tavır bana Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AHİM) yoluyla hukuk ve adalet sistemimizin geçirdiği dönüşümü hatırlattı. Türkiye 1989?da kişisel başvuru hakkını kabul etti, AİHM?in yargı yetkisini tanıdı ve böylece Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi sistemine dâhil oldu. Turgut Özal?ın yasaya imzayı atarken hukuk sistemimizin ancak böyle bir sistemin getireceği kıstaslarla dönüşebileceğini ifade ettiği söylenir. Nitekim tam da öyle oldu, hukuk sistemimiz kim ne derse desin, bu sayede büyük dönüşüm geçirdi. Daha yakın zamanda ve çok daha kapsamlı boyutta Avrupa Birliği kıstaslarının gördüğü ?ayna? ve ?teşvik? işlevi yadsınamaz. Dış dinamiklerin olumlu dönüştürücü gücü burada bazılarınca gayrimillî olarak yaftalansa da memleketin dönüşümüne yaptıkları katkı açıktır. Her ne kadar bu dinamikler millileştirilmeye çalışılsa da içerdikleri kıstaslar daha uzun müddet geçerliliklerini koruyacak. Ne Kopenhag Kriterlerine Ankara Kriterleri demekle, ne AİHM?e kişisel başvuru hakkını Anayasa Mahkemesine şikâyet hakkıyla sulandırmakla, ne UEFA?ya celallenmekle yol almak mümkün. Israr ettikçe normalleşme ve dünyalılaşmada zaman kaybediyor, toplumsal barışa ve kalıcı istikrara bir türlü tam anlamıyla vasıl olamıyoruz.
Bu yazı ilk olarak 1 Eylül 2011’de Vatan gazetesinde yayınlandı. Yazarın izniyle burada da yayınlanıyor.
Discover more from Erkan's Field Diary
Subscribe to get the latest posts sent to your email.