Cumhur Bumudur’dan yeni hikaye: Demoklesi[1]

Demoklesi[1]

via

Ben demiştim kıyamet kopar diye. O zaman burun kıvırmıştı herkes; çok bilmiş ukala konuşuyor yine  diye. Demokrasiden muhtar olur mu hiç! Haydi sembolik olarak aday gösterdiniz; bir de oyunuzu verip onu başınıza seçmek de ne oluyor. Kaos ortamını kendi elinizle getirip  köyün meydanına saldınız işte. Komşu köylerde  dedikodu başlamış bile. Bunlar gene sapıttılar; tarlaları ucuzdan kapatırız diye ellerini ovuşturuyorlarmış.

 

Bizim köy şu maske olayından sonra kendini bir türlü toparlayamadı aslında[2].   Doktorlar, politikacılar, bürokratlar, bilim insanları, yerli yabancı gazeteciler, uluslararası örgütlerden gözlemciler  kafileler halinde şereflendirdiler köyümüzü.  Köyden çıkışlara da yasak koydular uzun süre. Yerinde gözlemek istiyorlarmış durumu. Her yere de kamera, mikrofon koydular. Özel hayat filan kalmadı. Samanlık köşelerinde halvet olmaktan bir hal oldu köylü. Kahvede kıçından başından saman çıkıyor milletin hala.

 

Her türlü maskenin satışı yasak artık. Başbakanla, Ana Muhalefet Liderinin maskelerini satanlar da müebbet isteğiyle yargılanıyormuş vatanı bölmek suçundan.  Doktorlar öyle ciddi bir psikolojik sorun bulamadılar çok şükür. Demokrasi kavramının yanlış anlaşılmasından kaynaklanan güce tapıcılık sendromu oluşmuş köyde. Fesupanallah, fesupanallah!  Başımıza taş yağacak diye fısıldaşıyor köylü kendi arasında, dört bir yandaki mikrofonlara sesini duyurmamaya çalışarak. Burada Allahtan başka bir şeye tapılmaz zahir. Yani şimdiye kadar böyle bilirdi ahali.  Nereden çıktı şimdi bu güce tapıcılık! Allahtan güçlüsü mü var;  tabi güce tapacağız diyor Salih Emmi sakalını çekiştirip uyuşmuş ayağının üzerinden diğer tarafa kaykılırken. Ama ben doktorlara sordum. Bu öyle güce tapıcılık değilmiş.

 

İlahi bir güce değil, insanın kendi  yarattığı kavramları ve kurumları temsil eden insanlara, bu insanların etrafında şekillenen güce tapıcılıkmış. Onlardan medet ummakmış. Ben biraz okurum. Bu Allaha şirk koşmak olabilir mi diye düşünmüştüm o zaman kendi kendime. Büyük günah. Kahvede bu minval üzere konuşup şüphemden bahsedecek olduğumda bir dayak yemediğim kalmıştı.

via

Tedavi olarak bir aylık hızlandırılmış demokrasi eğitimi verdiler köye. Genci yaşlısı herkesi mecbur tuttular katılmaya da. Kadınların çorap, kazak, hırka örerken kafalarını bile kaldırmadan hocalara laf yetiştirmelerini görecektiniz. Oğlum.. Biz bu demoklesiyi bir tamam belleyince  kızın kızanın karnı doyacak mı?  Sağlık ocağına röntgen cihazı, doktor, ebe hemşire filan gelecek mi? Amanın! Ekinler tarlada kaldı, ne sulayan var ne çapalayan. Tıktınız köylüyü buraya. Kışın açlıktan kırılacak ahali.

 

Efendim, bu eğitimden anlaşıldı ki demokrasi öyle sadece senin işine yarayacak olan kişiyi  seçmek  sonrasında da bu kişiye işini yaptırmak için boyun eğmek, yalakalık yapmak filan değilmiş. Oy verirken toplumun genelinin çıkarını gözetmek gerekliymiş.  Eve seçim öncesi gelen un, yağ, şeker, kömür ve hatta beyaz eşya yardımlarını almak güce tapıcılığın oluşmasına önemli katkılarda bulunuyormuş. Tam burada eğitimi izleyenler birbirlerini dürtüp size geçen seçimde ne geldi diye sorgulamaya başladı. Fısıltılar ve homurtular artınca ara vermek zorunda kaldı hoca.

 

Gücü elinde tutan ve toplum yararına kullanması beklenen seçilmişlerin etrafında oluşan çıkar çevreleri, toplumun kaynaklarını sömürerek güce tapınma odakları oluşturuyor, bizim gibi  seçimden seçime aldığı yardımlarla ve boş laflarla avunmaya çalışanlara da ağız sulandırıcı bu çıkar çevrelerinden birinde yer alma hayalleriyle bu odakların yarattığı güce tapınmak kalıyormuş. Bilinçaltımızdaymış bu! Hasiktir lan diye bağırdı  köyün çobanı Deli Kadir lafın tam burasında. Başlatma altına üstüne! Salih Emmi yakında oturuyordu da bastonuyla kafasına vurmak suretiyle susturdu Kadir?i. Salih Emmi demişken tüm eğitimi biraz da az duyduğu için pür dikkat dinledi. Çıktığında da kafasını   sağa sola sallayıp kendi kendine söyleniyor gibi geldi bana.

 

İntibak eğitimi dedikleri eğitimi verip gittiler misafirlerimiz. Bir kaç ay da yerli yersiz gazetecilerle uğraştık. Yok efendim, bırakın bizim ülkeyi, dünyada bile ilkmiş bir köyün toptan psikolojisinin bozulması. Hislerimiz nasılmış? Köyde hayat normale dönmüş müymüş? Nasıl dönsün kardeşim! Acaba orada burada gizli kamera, mikrofon bırakmışlar mıdır diye içi içini yiyor herkesin. Bir de köyden bazısını gözlemci olarak seçtikleri dedikodusu yayıldı ki; millet birbirine kötü kötü bakmadan oturamaz oldu kahvede.

 

Camiye gidenler arttı ama. İmam mutlu. Her cuma, sizi gidi kafirler, dinsizler, bre zındıklar, dinden çıkmışlar diye bağıra çağıra fırçalıyor bizimkileri. Süt dökmüş kedi gibi başı önde, üzgün kahveye dönüyor köylü namazdan sonra. İmanından şüpheye düşen köylü, arasında para toplamaya başladı köye yeni bir cami yaptırmak için.

 

Köy, yaşadığı şoku atlatıp eski sıkıcı ama huzurlu havasına bürünüyordu ki başımıza seçim belası çıktı. Köyün yeni atanan öğretmeni, uzmanlar tarafından bu seçimin, uygulanan tedavinin işe yarayıp yaramadığını anlamak için bir deneme olarak görüldüğünü ağzından kaçırıverdi kahvede bir akşam. Aldı mı köylüyü bir düşünce! Seçim işini kıvıramazsak gene rahat bırakmazlardı bunlar bizi. Köylü, kafa kafaya verip imanımızı, kollektif psikolojimizi ve toplum yararını tehlikeye düşürmeyecek bir çözüm bulsunlar diye bir  komite kurmaya karar verdi. Güce tapma korkusuyla Muhtar Selim?i komiteye almadılar. Çok bozuldu. Delirmişsiniz lan siz inekler! Deyip kendini eve kapattı. Oğluyla da haber gönderdi; beni sakın aday göstermesinler tekrar diye.

 

Toplantılar komite başkanı Salih Emmi?nin samanlığında, yatsı kılındıktan sonra ve büyük bir gizlilik içerisinde gerçekleştirildi. Sabahın ilk saatlerine kadar süren hararetli tartışmalar oldu. Her seçim öncesi yapılan ve köylünün memnuniyetle karşıladığı seçim yardımlarının kabul edilip edilmeyeceğinden, muhtar adayı olarak kimlerin belirleneceğine, tek bir partinin mi yoksa iki partinin eşit oranda mı destekleneceğine yoksa en iyi çözümün hiç muhtar adayı göstermemek ve hiçbir partiyi desteklememek mi olacağına  kadar bir sürü konu üzerinde konuşuldu. Her kafadan bir ses çıkıyordu. İmam da gittikçe artan otoritesinin sarhoşluğuyla dinsizler, zındıklar kafirler diye lafa giriyordu uyukladığı yerden arada sırada.

Sonuçta bizim sivri zekalılar bir muhtar adayı göstermeye, köylünün birlik içerisinde olduğunu göstermek için tüm oyları bu adaya vererek firesiz seçmeye, merkezi güce inanmadıklarını göstermek için de hiç bir partiye oy vermemeye karar verdiler. Böylece güce tapıcılık illetinden kurtulmuş olduklarını cümle aleme göstereceklerdi akılları sıra. Seçim yardımlarını almak konusunda herkes imanını tehlikeye düşürmemek kaydıyla kendi vicdanıyla başbaşa bırakıldı.

 

Sıra muhtar adayı seçimine geldi. Kimse gönüllü çıkmayınca Muhtar Selim?e haberci gönderilip gönlü alınmaya çalışıldı. Sonuç çıkmadı. Dinden çıkma korkusuyla kimse yanaşmıyordu aday olmaya. Düşünüldü taşınıldı. İmanı en kuvvetli olanın muhtarlığın  altından küfre düşmeden kalkabileceğine karar verildi. Bırakın muhtarlığın altından kalkmayı, muhtar olma olasılığının bile altından kalkamadı İmam. Bayıldı. Kolonya, soğuk su filan ancak kendine gelebildi. Kafayı biraz toparladığında da devlet işleri, din işlerinden ayrı tutulmalı diyerek sıyrıldı işin içinden.

 

Aday olacak kimse bulunamayınca muhtar da seçmemek seçeneği tartışıldı. Olmaz dendi. Zaten hiçbir parti desteklenmeyecekti. Bir de muhtar seçilmezse köylünün tümden bir aymazlık içinde olduğu, dünya işleriyle ilgilenmediği sonucuna varılır, toplu depresyon tanısı konabilirdi. Demokrasiyi aday gösterelim dedi sonunda Salih Emmi. Herkes atladı bu fikrin üstüne. Madem bir kişiyi seçmek güce tapmak sonucunu doğuruyor ve  dinden çıkılıyordu, muhtar olarak pekala bir kavram yani demokrasi seçilebilirdi. Önemli olan niyetti. Zaten ihtiyar heyeti vardı. Selim Emmi de başındaydı. Bir karar almadan önce herkesin fikri sorulur böylelikle hem güce tapılmaz hem de demokratik ortam zedelenmemiş olurdu.

 

Deli Kadir gene hasiktir diyordu ki ağzını kapattılar. Bence bu sefer haklıydı. Dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım. Yanlış yoldaydık. Hepten karıştıracaktı işleri demokrasiyi seçmek. Bir kere muhtarın ihtiyar heyeti önünde yemin etmesi gerekiyordu. Bir kavram nasıl yemin edebilirdi. Maddenin doğasına aykırıydı bu. Beni dinleyen olmadı ama. Bir umut, ilçe seçim kurulu demokrasinin adaylığını kabul etmez dedim ama  bizleri gözleyenler müdahele etmek istemediğinden olacak oy pusulalarının muhtar kısmında demokrasinin adı yazıyordu kocaman seçim günü gelip çattığında.

 

Demokrasi beş fire dışında seçildi. Şimdilerde kahvede,  seçim yardımı olarak kime ne verildiğinin yanı sıra bu beş kişinin kim olduğunun dedikodusu yapılıyor. Biri ben, Deli Kadir, eski Muhtar Selim… Bence İmam da oy vermemiştir. Kavram filan ters geldi adama. Beşinciyi ben de bilemedim. Gözlemcilerimizden de haber yok henüz. Yemin törenini bekliyorlar bence. Köylüyü hafiften bir telaş aldı yemin tarihi yaklaştıkça.

 

Demokrasi! Sözüm sana. Köylü perişan. Analar ağlıyor. Babaların asabı bozuk. Kızanlar korku içinde. İnekler sütten kesildi. Başaklar boynunu eğdi. Tavuklar yumurtlamaz, horozlar ötmez oldu. Eşekler geri geri yürüyor köyün sokaklarında. Her neredeysen çık, gel! Et şu yeminii! Gelemiyorsan da en azından bir haber et! Vekil filan tayin et kendine! Biz hallederiz yemin işini. Yeter ki orada olduğunu bilelim. Gelirsen masaya üç kez de vurabilirsin. Köylü  anlar.

 

01.07.11

 

 

 

 

 


Discover more from Erkan's Field Diary

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Leave a Reply

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.