Fransız kaldım: Gün yaptım
Geçen hafta, bir arkadaşımın annesinin davetiyle ilk altın günüme gittim.
Mukkader Teyze senelerdir ayda iki kez arkadaşlarıyla birlikte toplanıyor. Çok meraklıydım, heyecanlıydım ama biraz endişeliydim. Çünkü kafamdaki tek altın günü görüntüsü buydu:
(Recep Ivedik 3)
Biz bu kadar kalabalık değildik. Kapının önünde 10 çift ayakkabı vardı ve içerisi hiçte ?yanık külotlu çorap? kokmuyordu, Recep Amca. Oryantal müzik açmadık, göbek te atmadık. Belki ondan…
İlk dikkatimi çeken detay: bu odada süslenmeyen tek kadın bendim. Bayanlar en güzel elbiseleri giydi, en parlak mücevherleri taktı. En yaşlısı 70 yaşında, en genci 43. Hepsi makyaj yaptı, saçlarını yaptırdı. Kimi dışarda başörtüsü takıyor onu girişte bıraktı. Burası hanımlara özel.
Ve diğer izlediklerim:
Yemekler ? ?Teşekkür ederim, ben doydum… Ama gerçekten doydum… Ama gerçekten çok teşekkür ederim ama gerçekten çok doydum…? Türkçe?de ilk öğrendiğim kelimelerden biri: ?Doydum?. Genelde söylemekle, tekrar etmekle olmuyor. Yiyorsun, yiyorsun ama tabaktaki yemek bir türlü bitmek bilmiyor.
Fransa?da güzel bir lokantaya gittiğim zaman bazen tabakta yiyecek arıyorum…
Türkiye?de tam tersine, tabaktaki yiyecekleri bitirmemin mümkün olmayacağını kibar bir şekilde açıklamaya çalışıyorum…
Yalnız yemekler öyle güzel ki… Börekler, köfteler, çorbalar, dolmalar, sarmalar, poğaçalar, kurabiyeler, pastalar, börekler, köfteler, çorbalar… Yeter ama! Doydum dedim 😉
Sohbetler ? Üç saat boyunca iki saniye sessizlik olmadı. Hatta bir saniye bile. Ama beni en çok şaşırtan şey, konu çeşitliği oldu: kim kaç kilo almış yada vermiş, kimin amcasının kızının oğlu (?sonunda?) evlenmiş, seçimlerde kim kime oy verecek, borsada hangi dövizler artmış düşmüş, İstanbul?un hangi pazarında köy yumurtası satılıyormuş, hangi semtinde emlak yatırımları yapılıyormuş, hangi mağazasında ayakkabılar indirime giriyormuş… Böylece dokuz kadın, daldan dala atlayarak, sadece dedikodu değil, düşünebildikleri herşeyi tartıştılar.
Fransızca?da güzel bir sözümüz var: Gürültücü bir meydana bir anda sessizlik girdiği zaman, ?bir melek geçti? denir. O salonda dokuz tane melek gibi kadın vardı ve bu dokuz meleği susturmak için baska bir melek gelmedi…
Yardımlaşma ? Altın gününe gittim dedim. Aslında para günüydü. Önceden dolar yada Deutsche Mark günü yapıyorlardı. Sonradan altın gününe geçtiler ama Gülbiye Hanımın dediği gibi, ?altın artık yükseliyor, düşüyor… günah oluyor. Paraya döndük?. Kimi elli lira veriyor, kimi yüz lira. Tamamen bir tasarruf, bir yardımlaşma. ?Kocamız vermese de kendimiz mutfak masraflarımızdan artırıp, arkadaşımızın parasını getiriyoruz? diyor Nuran Hanım.
Peki bu parayla ne yapıyorlar? Nuran Hanım banyosunu yaptırdı, öbürü camlarını, öbürü borçlarını ödedi, dişçiye verdi, kumaş aldı bluz dikip sattı, kızını gelin etti, bilezik aldı… Gülerek anlattılar.
Aslında Türk günleri Afrikalı ?tontin?lerine? çok beziyor. Güven şarttır. Zaten hepsi komşuydu. Başka semtlere taşınanlar oldu ama yine ayda iki kez bir araya geliyorlar. Yalnız kalmıyorlar, arkadaşlarını kaybetmiyorlar. İşte maalesef Fransız kentlerinde bunlar çoktan kayboldu. Komşuluk kalmadı. 2003?te sıcak bir yazın ortasında hayatını kaybeden binlerce yaşlı Fransız sadece dehidratasyon?dan ölmedi. Yalnızlık ölümlerine yardımcı olan bir unsurdu.
Türkiye?de de bunlar bir gün kaybolur mu? Bu ülkede 27 milyon insan Facebook?u kullanırken, bu altın/para/dolarlı günlerinin bir geleceği var mı? Bilemiyorum. Ama Türkiye?de dört kadından üçü ev hanımı olduğuna göre, sanırım şimdilik böyle devam eder…
Discover more from Erkan's Field Diary
Subscribe to get the latest posts sent to your email.