?Güneş Kral? olarak da anılan Fransa Kralı 14. Lui Avrupa tarihinde saltanatı en uzun sürmüş hükümdardır: Resmen 72 fiilen ise 54 sene! Başa geçtiğinde çocuk olduğundan krallığı bir müddet kral naibi Colbert yönetir. Kral Lui uzun saltanatı esnasında pek çok önemli iş yapmış yaptırmış bir hükümdardır. Ona atfedilen ?L?Etat C?est Moi? (Devlet Ben?im) sözünü edip etmediği konusunda tarihçiler anlaşamaz ama deyim siyaset lügatçesinde mutlakıyeti tarif eder.
Başbakan?ın ikide birde, birey ve toplum hayatını ilgilendiren herhangi bir sorunda ?teminatı benim? diyerek böyle bir sorunun olmadığını iddia etmesi veya sorunun çözümünün sahibi olduğunu ima etmesi bana her defasında Kral Lui?nin deyişini hatırlatıyor. Strazburg Avrupa Konseyi konuşmasında başka dinlerden olanların din ve vicdan özgürlüğü sorusuna verdiği cevap gibi bir aralar tertip ettirdiği ?Dolmabahçe Toplantıları?nda verdiği teminatlar bu kadir-i mutlak duruşun sayısız tezahüründen birkaçı. Başkanlık sistemi hayali de cabası.
Bu devirde Türkiye gibi bir ülkede, demokrasisi güdük olsa da sorunların çözümü için tek yetki ve tek sorumluluk bir başbakanın ya da bir tekadamın tasarrufunda olabilir mi? Felsefî ve hukukî anlamda olsa dahi bedenen bu mümkün mü? Sorunlar ve çözümlerinin tek teminatının başbakan olamayacağını, onun sorunlarla ilgili kanaatlerinin de kâfi olmadığını her defasında yaşamıyor muyuz?
Pazartesi sabahı AKP adaylarının tanıtımı dolayısıyla yaptığı konuşmada Başbakan ?bu ülkede Kürt meselesi artık yoktur. Kürt kardeşlerimin meseleleri vardır. Kürt kardeşlerimi istismar edenler de vardır? dedi. Aynı günün akşamı Yüksek Seçim Kurulu (YSK) Kürt meselesini doğrudan ilgilendiren bir siyasî kararla memleketi birbirine kattı. Başbakan?ın Kürt kardeşlerini yüksek yargı istismar ediyor olmasın sakın.
Nitekim YSK kararının yarattığı ve eğer düzeltilmeseydi ilerde yaratacağı kargaşa ortamı zihinleri ve kalemleri o kadar meşgul etti ki muhtemelen aynı yaklaşımın parçası olan KCK davasında iddianamenin ilgili mahkemelerde ardı ardına kabul edilmesi tamamen gözden kaçtı.
Yaklaşım açık: devlet Kürt siyasetine siyasetten el çektirmeye çalışıyor. Siyaset ve toplum ise direniyor. Doğal olarak MHP?nin dışında kalan bütün siyasî aktörler YSK kararını kınamakla kalmayıp inisiyatif aldılar, çözüm arayışına girdiler, ellerini taşın altına koydular. Bu gibi durumlarda devletçi reflekse dönen CHP bu defa bir anlamda ?yeter? dedi. Bakanlar, meclis başkanı dâhil siyaset ve toplum bu yaklaşımın siyasete, seçime, bölgeye, yeni anayasaya, hâsıl-ı kelâm memleketin bekasına hayır getirmeyeceğini gördü.
Dolayısıyla Kürt meselesi hiç olmadığı kadar ve Başbakan?ın kanaatinin tam aksine varlığını sürdürüyor. Hatta öyle sürdürüyor ki eğer YSK kararı düzeltilmeseydi Kürt meselesi önümüzdeki dönemin biricik konusu haline dahi gelebilir, Türkiye?nin tüm enerjisini, bugüne kadar hasrettiğinden de fazlasını alıp götürebilirdi.
İlk karar sonrasında oluşan siyasî ve toplumsal tepki ve mutabakat Kürt meselesi ve meselenin çözümünün demokrasinin teminatı olduğunu bir kez daha ortaya çıkarmış bulunuyor. Kürt meselesi kalıcı bir çözüm yoluna sokulabilirse işte o zaman müstakbel demokrasinin teminatı olma özelliğini yerine getirecektir. Her hal ve kârda ?teminat? tekadamda değil, toplum ve siyasette.
Nitekim Başbakan?ın kanaatinin aksine AKP?nin seçim beyannamesinde şöyle yazıyor: ?Kürt meselesini, kardeşliğimizi pekiştirecek şekilde, tamamen özgürlükler ve demokrasi zemininde çözüme kavuşturacağız ve bunu hiçbir çekinceye fırsat vermeden sürdüreceğiz. Böylece Türkiye’nin ilerlemesi, kalkınması noktasında bir pranga olan bu sorun, artık geri dönmemek üzere tarihe havale edilecektir.?
Bu yazı ilk defa 22 Nisan 2011’de Vatan gazetesinde yayınlandı. Yazarın izniyle burada da yayınlanıyor.
Discover more from Erkan's Field Diary
Subscribe to get the latest posts sent to your email.