“Yolculuk, kendi omuzunda uyumayı öğretir insana” demişti bir arkadaşım. Sadece kendine dayanmayı öğrenebilir insan. Sonra “Yol bir yere gitmez, o bir durma biçimidir” diyenlerin duruşlarının konjonktürelliğiyle yitirdik biz o şiiri. Konjonktür kelimesi hiçbir ölçüye uymuyordu. “Yaşamak hızlı bir ölme biçimidir” diyordu kendi şiirinde velakin, fani dünyanın, dünya sürgününün Hakkarisine razı olamıyordu. “Hüsran, çok sanat müziği bir kelimeydi”, Hüzzam makamından. Sıcak ve bedava otobüslerde vazgeçilmişti de çocuk olmaktan, kendi omuzunda nasıl uyunur, öğrenilememişti.
Kendi omuzunda ağlamayı öğrendi kadın, ağlayacak sağlam bir insan evladı omzu gerekirse onu da biz hallederiz diyesiydi. “Sağ elimi solumla avuttum” dedi en geniş omuzlumuz iki satırlık adamlardan bahsetti. “Sözümün arkasındayım” dedi saçlarını savururken. Erkeklikle özdeşleştirildi duruşu. Hayli insancaydı oysaki. Maişet telaşından selfie fonuna konulsun diye gidilen mitinglerde “fotoğrafımızı çekebilir misiniz?” diye emanet edilemezdi o hayran kitlesine o kafam kadar telefonlar. O nedenle hep selfie çekildi. Dağıtılan kumanyaya talim edilmesi, halkın ağzındaki tadı anlama telaşı değil, kumanyanın kadraja alınma sevdasıydı. Kadrajın kurulduğu yer politikti, yüksek siyaset eşyaya değiyordu. Sonra o geniş omuzlu kadın, ekmeğiyle oynanan düzene karşı insanlığını korurken, kumanya yerine kendi sefer tasındaki yemeği yemek isterken, her gün yeniden, her saniye başka bir şekilde üretilen eril dilin en Ertuğrul’u durumdan çıkardı vazifesini, “sen kenara çekil hele bacım, ben bunlarla bir konuşayım” diye çıkageldi. Diriliş Ertuğrul dizisinin etkisindeki kitleye “erkek olun” çağrısında bulundu. Zaten sorun oradaydı. “Hanım kardeşlerimizin meydanlarda bulunmalarını dinen caiz bulmuyoruz” demişti en demokratımız olduğundan ilk taşı atan cübbeli. Ertuğrul bir sus, zaten ortalık karışık.
Yerebatan Sarnıcı’nın sütunlarına kaide yapılmıştır iki Medusa başı. Biri tepetaklak, birisi de yan konulmuştur sütunların altına. Her bir saç teli Athena tarafından birer yılana dönüştürülmeden önce en güzel ölümlü kadınıdır mitolojinin Medusa. Bakışlarıyla her baktığını taşa çevirmesiyle lanetlenir. Bir anlatıma göre aşık olduğu Perseus, kafasını keser ve onun bu lanetinden faydalanarak kurtarır Andromeda’yı. “Seveceksen böyle sev” denilerek dayatılan bir sevgi biçimidir lanetimiz. Belgrad Ormanlarından su kemerleriyle getirilen suyun toplandığı o sarnıçta sarnıcın inşasında ölen yüzlerce kölenin ardından tutulan yasın göstergesi olan, gözyaşı motifiyle bezeli bir sütun daha vardır. Kanın gözyaşıyla karıştığı bir dehlizde, halk suya götürülüp, susuz getirilir.
Bir sütun kaidesi gerekince koparılıp başı birinin, konulmaya çalışılır tepetaklak bir sütunun altına. O sırada kendi sütunlarının üzerinde dimdik ayakta durmaktadır kadın. Üzerinde gözyaşı motifleriyle, bir yasın en süssüz halidir. Yurdunun inşasında yiten insanlarının yasını tutarken, yurdunu severken bile nasıl ağlaması, nasıl sevmesi gerektiği öğretilmeye çalışılır. Meydanlar kan kırmızı olurken, Fırtına Deresi gibi çağlar kadınlar, doldururlar meydanları, medar-ı maişet motorunun sesi susar.
Geniş omuzlu kadın, içindeki kadını bastırmaz, çıkar söyler sözünü. İçinizdeki kadını kışkırtın siz de, çirkin erkek kahkahaları, bakışları arasında yitmesin gülüşünüz, dinmesin öfkeniz. Hele bir el atın kadınlar, hasretini çektiğimiz sıla, başımızı koyduğumuz kendi omuzlarımız üzerinden yükselecek. Ancak kadın eli değdiğinde güzelleşecek dünya. Aksini iddia eden taş kesilsin.
Discover more from Erkan's Field Diary
Subscribe to get the latest posts sent to your email.