Bekle zeytin tanesi
Hakimlik sınavının yazılı bölümünü yirmi kez kazanan, ancak “bizden değildir” diye 19 kez sözlüden elenen bir hakim adayına yirminci kez girdiği sözlü sınavında, dışarıda heyecanla sınavdaki çocuğunu bekleyen, beklerken tespih çeken velisi, o sırada 33 tanenin arasına dizilmiş bilmem kaçıncı imamedeyken içeride şu soru sorulmuştu: Elma ağaçları kaç metre aralıklarla dikilir? Sayı saymayı bilmeyen adaletten, geometri bilmeyen dış politikadan anlamazdı. Elma ağaçlarının birilerinin vicdanı, birilerinin de cüzdanıyla ilgisi olmalıydı. Dünya birilerine hep oyun sahnesi, birilerine ise hep imtihan kapısıydı.
Devlet babanın ağaçlara olan bu düşkünlüğü, bir şafak vakti Gezi Parkındaki dozerlerle de sübuta erdi. Ağaçların parktaki görev süreleri dolduğundan, parktaki görevleri sırasında sakıncalı tiplere gölge verdikleri tespit edildiğinden sürülmelerine karar verildi. Asırlık çınarların toprağından sökülüp başka yerlere dikileceği duyuruldu ki ecdadın eseri Topçu Kışlasına yer açılsın. Ecdada düşkünlük o geometriden bihaber dış politikada da kendini gösterdi bu kez, bir gece ansızın 82 Musul, 83 Kerkük diye “Allah Allah!” nidalarıyla çıkılan yol, “Hay Allah!” sesleriyle bir gece ansızın Şırnak’ın Cizre’ye, Hakkari’nin Yüksekova’ya taşınmasıyla son buldu. 360 derecelik dönüş, bulundukları yere getirdi iç açılarının toplamı bilmem kaç olan şeytan üçgenini.
Yüzme bilmediklerinden boğuldular köklerinden sökülen çocuklar bu cihan hükümdarı olma merakı yüzünden. Yaşasalardı yıkanmak istemeyen çocuklar olacaklardı belki de. Üzerlerinde sahte can yelekleriyle yitti yolun başındaki ömürler. O can yeleklerini soydaşları, merdiven altı atölyelerde 15 saatlik mesailerinde üretiyorlardı, gözleri terden tuzlu suya boğularak. “Ege Bölgesinin bitki örtüsü sahte can yeleğidir” diye anlatılır oldu coğrafya derslerinde. Bir seçim sonucu haritasının aksine kıyılar turuncuya boyandı bu kez. Tuzlu su bu ağırlığı kaldırmıyor artık. Adamlar Yunan adalarıyla Ege kıyıları arasına duble yol yaptılar. Bir kız çocuğu bıraktı saçlarını o duble yolun başında.
Ege’deki vatanından koparıp “inşallah tutar! diye başka bir toprağa dikmeye çalıştıkları ve bu vitrinden rant sağlamak istedikleri o on asırlık zeytin ağacı gibi milyonlarca insanı da yersiz yurtsuzlaştırdılar. O sırada paralel evrende bir adam mültecilere çelme takıyordu. Herkes bir gün 15 dakikalığına da olsa mülteci oldu, kah kendi yurdunda, kah bir şişme botun içinde.
Barışı kendi toprağından kökleriyle söküp “inşallah tutmaz!” diye başka bir toprağa diktiler kameralar önünde. Halklar gözyaşlarıyla suladılar o koca ağacı. Ege’den Akdeniz’e dağ taş mülteci oldu. “Dağ taş zeytin ağacı oldu” dedi parti sözcüleri. Çatırdadı ölmez ağaç Yırca’da. Sürdüler, sürgün oldu koca ağaçlar. Bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşcesine yaşama hayaline sıktılar zirai ilaçlarını.
Madem ki bu davet bizim, hiçbir şey olamazsak Soma’da bir zeytin ağacının insanı oluruz ve sorarız hakim olmaya çalışan adaylara ki adalet yerini bulsun: Zeytin ağaçları kaç metre aralıklarla dikilir?
Behrengi’nin şeftali ağacı gibidir o zeytin ağacı da, insanı olmadan meyve vermeyecek size.
Discover more from Erkan's Field Diary
Subscribe to get the latest posts sent to your email.