Kalbini Nasırlaştırma Fabrikası
Küçükken duyduğunuz klişeleri unutun! Duygusal bir insan olmak, sadece lanettir! Yok efendim duygusalmış, yok merhametliymiş, yok iyi huyluymuş… Bunların hepsi eksi puandan başka hiç bir şey değil efendim. Sadece rezil olduğunu kabullenmek gibi bir şey.
İş yaşamında duygulara yer yok mesela. Çok profesyonel olacaksın! 5 yılını bile geçirsen evin gibi gördüğün şirketinde, günü gelecek pat diye ayrılacaksın. Aslında çok iyi arkadaşın olan birinin kuyusunu en derine derine kazacaksın, onu maillerde şah-mat edeceksin. Böylelikle yükseleceksin.
Yok efendim fair-play’miş, yok efendim biz yaptık’mış, yok efendim takım çalışmasıymış… Geçiniz bunları. Biz yok, ben var bir kere. Arkadaşının, pardon –rakibinin- fikrini çalıp, onu geliştirip patronun gözüne gir mesela! Çok havalı oluyor gerçekten.
Duygusallığa en çok ilişkilerde yer yok ama. Seversen ölmek garanti oluyor. Sınırsız alkol dehlizlerinde mekik dokurken bu dehlizlerde boğuluyorsun! Ne bir cesaret geliyor, ne direnç. Her geçen gün daha karanlığa, daha diplere, daha derinlere batıyorsun.
Birini herşeyden daha çok umursarken gözünün içine bakıp bakıp bir bok diyemiyorsun mesela. Mesela sanıyorlar ki derdin yalnızlık. Halbuki alakası yok efendim. Yalnızlık güzeldir. Evlenmeye en yatkın tip de olsan güzeldir yalnızlık. En nihayetinde insan kendi kendine yetebiliyor değil mi?
E peki ya o –yine- biriyle olursa? İşte o zaman her şey bombok oluyor. Bunun düşüncesi bile sanki yeterince zayıf olmayan kalbine bir hışımla sağlam sekte daha geçirtiyor. Bir şey diyemiyorsun. Diyemezsin ki! Kaybedemessin çünkü… Ancak yarın –onunla-barışsa, zaten görüşmeyi kesecek, kaybedeceksin…
Sadece güçsüzsün. Dur bakayım, bir kadeh daha koyayım. Böylelikle hayatımın iğrençliğini birazcık daha görmezden gelebilirim. Her sabah uyandığımda gözümden beynime giden yollardaki ağrı, alkol sayesinde birazcık hafifliyor. Ohh!
Pis kokutuyor ama insanı bu meret… Ne kadar duş alsan da, diş fırçalasan da kokmaya devam ediyorsun çok içtiysen. Çürümüş ruhun, zayıflamış kalbin yanında pis kokmak çok da sıkıntı olmasa gerek.
Halbuki ona baktığında herşeyden vazgeçebileceğini görüyorsun. Gerçekten mutluluğa dair bir ışık olabileceğini görüyorsun. Sonuçta artık çocuk değilsin. 30 küsür yaşına gelmiş bir adamsın… Az şey yaşamadın hayatında. Gördün iyiyi, kötüyü, güzeli, çirkini…
Bunun iyi olduğu çok aşikar. Çok yakında olacak yeni-yine-yeniden seçimler sonrası Türkiye’nin olağan kaos ortamına girecek olmasından bile yeterince korkmamanı sağlayabilir onun gözleri. Verir belki de o gücü. Valla verir, niye vermesin…
Ama her şeyden kıskanmak çok iğrenç bir duygu azizim. Hiç bir şey diyemedikçe, her şeyden çekinip korkmaya başlıyorsun. Her şeyden kıskanıyorsun. Durup dururken saçma sapan davranıyorsun… Hiç bir açıklama da getiremiyorsun. “Neden?” Dese susarsın. Halbuki 20 yıldır bu anı bekliyordun…
Yarın seni düğününe çağırdığında gidip çeyreklik takabilecek misin mesela? Limonata, kuru pasta da yersin ha? Ya da tam bir film kahramanı gibi girip, “Durun! Bu nikah kıyılamaz!” dersin. Sonrasında o da koşarak senin boynuna atlar, işte süper son!
Bir dakika, doğrusu şöyle olacaktı sanırım. “Kim soktu bu ayyaşı buraya?” “Güvenlik, uzaklaştırın şu adamı!”
Bazı şeyler çok tanıdıkça, yaş ilerledikçe çok zorlaşıyor azizim. Çok şey yapman gereken zamanlarda, bunları yapmak için tek motive kaynağının seni olumsuza götürdüğünü görmek kadar zor bir şey yoktur. İnsanlar sonra atlıyorlar işte. Atlamakla atlatamazsın. Durup yüzleşeceksin!
He he! Hep söz, hep fasa fiso. Nah yüzleşirsin!
Yoksa sen de mi gecenin bir köründe hayatının kalanını mükemmelleştirecek planları yapıp, sonraki sabah berbat hayatına devam edenlerdensin? O halde yalnız değilsin… Sadece acınasısın.
Resim Kaynakları
https://cdn.smartrecruiters.com/blog/wp-content/uploads/2015/02/winners-and-losers.jpeg
http://fineartamerica.com/images/contestlogos/logo1-best-eyes.jpg
Discover more from Erkan's Field Diary
Subscribe to get the latest posts sent to your email.