Tabii ki devr-i sabık
19 Mayıs’ta “Kaosa uyanmak” başlıklı yazıdan: “Bu formüller (koalisyon, vs) gerçekleşebilir ama bir şartla: Erdoğan gölgesinde varılacak her mutabakatın AKP’ye bir biçimde ortak olacak diğer partiyi seçmeni ve kamuoyu gözünde ne duruma düşüreceğini hesaba katarak. Türkiye’de siyasetin Erdoğan’ın dolaylı veya doğrudan içinde olacağı bir denklemi sindirmesi ne kadar mümkün artık? Sadece siyasetin mi? Futboldan dış ilişkilere, dinî itikattan inşaata, çocuk sayısından anayasal hükümlere, hukukun işleyişinden medya özgürlüğüne, Gayrimüslim politikasından faiz politikasına, müdahil olduğu her konu bir reel veya potansiyel fiyasko demek değil mi?”
7 Haziran seçim sonucunun AKP’nin düşüşü, muhalefetin skoru ve esas HDP’nin başarısıyla yarattığı umut ve iyimserlik, kolayca öngörülebileceği gibi, yerini soru işaretlerine bıraktı. Kaos, türbülans, belirsizlik, adını ne koyarsak koyalım memleketin daha epey bir zaman bu ortamdan çıkamayacağını bilmek gerekiyor. İş dünyasının “sandıktan uzlaşın mesajı çıktı erken seçim vakit kaybettirir” çağrılarının ya da “eskiyi unutalım, olan oldu, önümüze bakalım” yollu akılların beyhude olduğunu da… Zira bu pazarlığın özü baş aktör ve onun istikbali. Türkiye’nin istikbali değil!
HDP ve HDP seçmeni dışında kalanların seçim sonuçlarının ne kadar okuyabildikleri meçhul. CHP ve MHP’nin siyasetçilerinin beyanları 13 yıl sonra“iktidarları geldiği” hissi uyandırıyor. Asgarî ilkelerden ziyade hükümet olma konuşuyorlar. Koalisyon senaryolarından başımız dönmüş durumda, kulis haberleri kulakları sağır ediyor. Ama yakından bakınca bu beyanların içinin siyaseten bomboş olduğu görülüyor. Misalen MHP koalisyon hükümeti protokolüne 17/25 Aralık’ı dâhil etmek istiyor. AKP’de bazıları “4 bakanı verelim daha yukarıya dokunmak yok” diyor. Oysa böyle bir hükümet programı üzerinde anlaşma öz itibariyle çok zor olduğu gibi muhteremin bekasını gözetecek herhangi bir hükümetin bekası olmaz.
İktidara heveskâr partiler arasında en fantastiği kuşkusuz AKP. 2011 seçiminden bu yana “Erdoğan’ın teşkilâtı” olmuş AKP sanki seçim olmamışçasına hükümet etmeye, içerisi ve dışarısıyla ilgili bağlayıcı kararlar almaya, üstten konuşmaya, tamamen kontrolü altındaki bürokrasiyi yönlendirmeye devam ediyor. Tıpkı devr-i sabıktaki gibi müflis Suriye politikası, küstah AB politikası, insan ve çevre düşmanı yapılaşma, izansız yargı kararları, Urfa Valisi’nin gazeteci gözaltıları gibi idarî tasarruflar berdevam. Kendilerinden o kadar eminler ki…
7 Haziran’ın mesajının görmezden gelindiği bu tıkanma hali siyasetin sıfır noktasıdır! Ramazan ve yaz rehavetiyle daha çok koalisyon lakırdısı dinleriz. Çünkü yapısal tıkaç Erdoğan’ın bekası olduğu ve vermediği hesapların üzerine gitmekten kaçınıldığı sürece hükümet kurmak mümkün olmaz. Kurulsa sürmez. Erken seçim olsa da olmaz.
Nitekim “devr-i sabık lafını sakın ağzınıza olmayın” diyen ya da demeye getiren iktidar kalemlerinin temennilerinin aksine, yapılması gereken tam da budur.Erdoğan’ın sınırsız hırsının, tek adamlığının, keyfîliğinin, otoriterliğinin reddi anlamına gelen seçimi doğru okuyarak geçici bir hükümet kurulmalıdır.
Bu, yürütmenin günlük icraatının yanında enkazın envanterini çıkaracak, içeride 17/25 Aralık 2013 iddialarını şeffaflıkla inceleyecek, dışarıda isetehlikeli ve yanlış Suriye politikasını bütün veçheleriyle gözden geçirecek bir “sağaltma” hükümetidir. Ancak bu çürümenin önü alındıktan sonra yeni bir hükümet kurulabilir ya da erken seçime gidilebilir. Eğer AKP kongrede Gül’ün öncülüğünde Erdoğan vesayetinden kurtulamazsa bu parti sağaltma hükümetinde olmaz. Zaten Davutoğlu AKP’nin böyle bir hükümette olamayacağını Erdoğan’a kol kanat gererek dolaylı olarak açıkladı. İlâveten, meclisteki yeni AKP grubunu Erdoğan’ın yarattığını hiçbir zaman unutmamak gerekir. Dolayısıyla iş diğer üç partiye düşüyor. Becerebilecekler mi?
Bu yazı ilk olarak Taraf’ta yayınlandı. Yazarın izniyle burada da yayınlanıyor.
Discover more from Erkan's Field Diary
Subscribe to get the latest posts sent to your email.