TC DİLEK ÖZÇELİK
Azap isimli Türk filminde, zengin adam tedaviye göndereceğine söz verdiği Türkan Ablamızın bebesi için şöyle der: “300 bin lira ve %15 yaşama şansı. Ben hayatta böyle düşük bir ihtimale para yatırmadım.” Ortada bir kıt kaynak yoktur esasen, ancak abimizin yaptığı bir sağlık ekonomisi değerlendirmesidir. Son yıllarda hayli gündemde olan bu değerlendirmeler insan hayatına da paha biçilebileceğini tartışadursun, ecdadının “olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” sözünü düstur edinmiş necip millet sağlık alanındaki dönüşümden hayli memnundur ki muktedire verdiği oyun büyük bir yüzdesinin bu dönüşümden kaynaklandığı söylenmektedir.
Her dönüşüm başkalaşım tehlikesini de içerir. Sağlıkta dönüşüm her ne kadar başarı gibi sunulsa da sağlık harcamalarının önüne geçilemez hale gelmesiyle ilgili kurumlar kıt kaynaklarını yönetmeye dair tedbirler almaya başladılar yıllar önce. Referans ilaç fiyatlandırma sistemi ile ilaç fiyatlarının düşürülmesi ve global bütçe oyunlarıyla “ödenmeyecek ödemiyoruz” dayatmaları sonucunda ilgili kurumlar harcamaları aşağı çektiklerini duyururken, bir yandan da çok nadir görülen hastalıklar için üretilen yetim ilaçlar başka hastalıklar için geri ödeme listelerine alınmakta ve devlet bu yetim ilaçları evlat edinmekte. Tansu Çiller’in son dakika golü ile 20 yılı aşmayan orijinal ilacın jeneriği üretilemediğinden ithal ilaca mahkum hale getirilen yerli ilaç sanayini de ecnebilerle evlendirip temize havale edince… 23 yaşında kaşık kadar bir kadın çıktı ve dedi ki: “ben dilenci değilim”. “2000 lira verdik” dediler “daha ne yapsaydık”. Muktedir, sosyal güvenlik kapsamında yapması gerekenleri sadakalaştırmaya alıştırmıştı bir kez TC vatandaşlarını, makarna ve bulgur kafası yine devredeydi. Oysa o küçücük kadın masa başı iş istemedi hayırsız oğluna. “Görüyorum ki çaresizliği hiç tatmamışsınız, insanlık adına bir kez daha hayal kırıklığına uğradım” dedi. Kanser hastasıydı, ilacını bulamıyordu. Dönüşen sistem, onun ilacına uygun fiyatı vermediği için Türk Eczacıları Birliği tarafından getirtiliyordu yurt dışından. SGK daha fazla para ödüyordu ama olsundu. “Devlet ilaçta tasarruf etti” haberleri donatıyordu yandaş medyayı. Kıt kaynaklar iyi yönetiliyordu. Türk Eczacıları Birliği, yani halkın ilaca ulaşmasından sorumlu kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşu “hiçbir ilacın temininde güçlük yoktur” diyerek koruyordu 1.2 milyarlık piyasasını. Zira meslektaşıyla paylaşmaya tenezzül etmediği o büyük piyasaya birileri ellerini ovuşturmaya başlamıştı çoktan. O da muktedirin yaptığını yaptı, 50 TL’lik bir hizmet bedeli belirledi reçete başına. Hastalarına çanta dağıtan bir eczane gibiydi. Yıllardır paylaşamadığı balın bir parmağını çalmak istedi meslektaşının ağzına, dengeler adına. İğneyi kullanamadan çuvaldızı gözümüze sokanlar öğretti ki bize, en büyük tehlike ne marketlerdeki yan eczane standı, ne de fark almadığı söylenen paralel evrendeki “aşağıki” eczanedir. En büyük tehlike 1.2 milyar ciro ile çalışan, halkın ilaca ulaşamamasını destekleyen o büyük, o seçkin eczanedir.
Bu ülkedeki en bol kaynak insan, en kıt kaynak insanlıktır. İnsanı birey olarak değil, kaynak olarak görünce insan kaynaklarını da istediği gibi yönetir muktedir. En temel insan hakkı olan sağlıklı yaşama hakkını da istediğine verir. Sonra minnacık bir kadın çıkar bağırır ve en kıt kaynağı o yönetir.
O değil de, Sağlık Bakanlığının tabelalarından TC’yi kaldırıyorlarmış. Haydi feysbukta TC koyalım adımızın önüne. Ohh be rahatladık değil mi? Ata binemeyen Üsküdar’ı geçti çoktan. Uyan Süperman daha uçacaksın.
Discover more from Erkan's Field Diary
Subscribe to get the latest posts sent to your email.