euronews diye bir kanal var. türkçe de yayın yapıyor. gurbetçi bebelerinin “kırık” lisanı ve aksanı bazan hoşuma gidiyor, ingilizceye çevirmeden dinliyorum.
bugün mâlûm, 14 temmuz. jour de bastille. biz fransız ihtilâli ile ortaoulda charles dickens’ın “a tale of two cities”ini okuyarak tanıştık. sonra, ihtilâlin fransa’da protestan-katolik din savaşları, taht mücadeleleri, avrupa’da hakimiyet kurma gibi görünür kavgaların altında yatan toprak sahibi – burjuva iktidar çatışmasına dayandığını önce marxistlerden sonra marx’tan öğrendik.
aslında ihtilâlin aslı yaklaşık bir asır önce ingiltere’de cereyan etmiş, oliver cromwell’in parlamentarian’ları kral I. charles’ın kellesini uçurmuşlardı bile. haydi, drama katalım, charles boynunun urulacağı katafalka üstünde yakası kesilmiş beyaz, ince bir gömlekle öçıkmıştı. ocaktı e buz gibiydi. devrik kral cellâdına döndü, tir tir titriyordu. metanet ile “haydi bitirelim şu işi donuyorum,” ded…”bir şey değil, millet korkudan titrediğimi sanacak…”
I. charles’a bu cefayı çektiren cromwell, restorasyon devri sonunda hain ilan edildi. öleli çok olmuştu ama cesedi mezardan çıkarıldı, önce asıldı, sonra atlar tarafından dört yöne çekildi ve vücudu pala ile dörde bölündü (posthumuosly hanged, drawn and quartered). neyse, konumuz 100 yıl sonraki ihtilâl,fransa’ya dönelim…
demek ki fransa kralı louis XVI da charles I gibi burjuvaziyi tatmin edecek bir yönetim gösterememekte idi… onun da kellesi giyotin ile bir ocak günü uçuruldu. fransız’ın da kuzeni gibi üşüyüp üşümediğini bilmiyorum. ama ihtilâlcilerin neye kızdıklarını tajmin edebilirim…
henri VI protestanlıktan dönüp, notre dame’da dua edip, tekrar katolik olduktan sonra fransa tahtına çıktığında, toprak sahibi, ağırlıkla katolik aristokrat ve bürokrat sınıfa karşı,ispanya’nın avrupa’ya akıttığı altınları izleyen süreçte üretici ve tacir olarak zuhur etmeye başlayan kapitalist huguenot protestanların olu da açılmış idi. ispanya, iç dzeni bozulmasın diye amerika paralarını olonisi alçak ülkelere yöneltmiş, fransız , ingiliz vs keşifler de zenginlikleri avrupa’ya yığınca hanseatic sahilde bir kapitalist patlama yaşanmıştı. bu süreç ingiltere’de daha önce ve daha yavaş yaşanmış, hollanda 17. yy başlarında ispanya’dan bağımsızlığını koparmış, fransa da alman prensleri de gelişmeye ayak uydurmuşlardı.
öte yandan katolik reformasyonu ile de birlikte,ispanya’nın suyu sıkılınca en büyük ve güçlü katolik devlet kalacak olan fransa’da devlet reformu da başlamıştı. heni IV’ten itibaren, merkezi idare ve kraliyet palazlanmış, sıkı bir yönetim uygular olmuş, her şey paris’ten ve versailles’dan kontrol edilir olmuş idi. öyle ki, güneş kral’ın maliye bakanı, patronuna istediği parayı vermemekte direnirken, devletin alî menfaatini gerekçe gösterince 14. louis “monsieur, l’etat, c’est moi – beyim, devlet dediğin zaten benim” buyurmuş idi.
14 ile 16. louis arasında da devletin rolü değişmedi. üstelik iki de büyük savaş yaşandı ve ssaray “piyasa”ya fena halde borçlandı. vergiler, algılar derken, versailles’ın baskısı iyiden arttı. her devirde üç-beş rastlanan siyasî suçlu, yani saraya diklenen ama ya değmeyeceğinden ya da dokunulamadığından kelleyi kurtaran münafıkları nüfusu bastille znadnını dolduracak kadar çoğaldı. ayrıca kompozisyon da değişti. eskiden sahte prensler, asî dükler, asiller bastille’lik olurken, marangoz, bakkal, banker tipler de içeriyi boylamaktaydı. onun için, fransızlar bastille zindanlarını hâk ile yeksân edip, yerine koccca bir meydan kurdular ki,, bugün ad “place de la republic”tir.
vel hâsıl, 14 temmuz 1789 günü paris halkı bastille’i bastığında, şiddetle merkeziyetçi bir kral idaresi, canlanan bir ekonomi (kapitalist özel sektör) ama aynı zamanda da bütçe krizi (ağır, hantal, ekonomi dışı, baskıcı merkez<3i devlet idaresi) ile siyasî gücü eline geçirmek için ağzının suları akan bir yeni sınıf var idi.
ingiltere’de de aynı şey olmuştu denebilir. VIII. henry’nin bütçesini toplamaya yardım eden cromwell’in torunu, hanedanın yönetimi yeni yetme burjuva kapitalizmin önüne set çekince, dedelerinin sadakatle hizmet ettiği tahtı, charles I’ın başına geçirivermişti. ama ingilizler işi usul usul, sukûnet ile yaptıkları, fransızlar ise yaygara koparmadan çişe bile gidemedikleri için tarihe alâ-yu valâ ile fransız ihtilâli geçti.
gelelim euronews’un türk asıllı bebeleri ile ilgimize. tv, öncelikle,bastille’in yıkılmasının bir siyasî baskı rejimine dönüşmüş olan kraliyetin geri dönmeyecek şekilde yok edilmesini sembolize ettiğini söylemeyi unuttu. bir de devekuşu yumurtası yumurtladı: ihtilâl, burjuvazinin aristokrasiye üstünlüğünü kanıtlamıştı…
aaaah, ah… türkiye’de de pek çok okumuşun da atladığı bir noktadır bu. burjuvazi, ekonomi bazlı bir sosyal sınıftır, gücü sermaye, pratikte paradır. aristokrasi ise kültürel bir sınıftır. aristo=en iyi olan aristokrattır. doğrusu işin “kratos” (devlet, yönetim) faslı o kadar doğal gelmiştir ki, şövalye kültürü yanında pek de önemli değildir. aristo değerler, burjuvazi için de yüce, hattâ çoğunlukla da erişilmezdir. aristokratı öldürebilir, yok edebilir ama rezil edemezsiniz desem, az abartma ile neden burjuvaznin aristokrasiye “üstün” olamayacağını resmetmiş olurum.
ve bu olguyu açığa vuracak örnek de ihtilâlden gelir: rivayet olunur ki, 1789 sonbaharında, başını kadınların çektiği bir parisiennes sürüsü, versailles’ı basarak, kral ve kraliçeyi tuileries sarayına, gözönünde kalacakları şehir içine naklettiler. rivayet odur ki, marie antoinette’in odasına, kadınların başında amigoluk yapan bir kasap, bir fırıncı ve esnaftan bir daha daldılar. ve yine rivayet olunur ki başta elebaşı kasap, hepsi birden diz çökerek kraliçeye bağlılıklarını bildirdikkten sonra ancak onu ev hapsine alabildiler. kimse onları kibar davranmaya zorlamamıştı oysa…
aristokrasiye üstün haaa? aristokratı saray memurundan baret bir toplum için affedilebilir belki ama, tarih affetmez.
Discover more from Erkan's Field Diary
Subscribe to get the latest posts sent to your email.