Tarımın sonu-Bir bilanço
Mâlum, memleket onyıllardır canla başla tarımını lağvediyor. Bu konuda sağdan sola, köylüden kentliye, başka hiçbir konuda görülmeyen bir uzlaşı mevcuttur. Kanaatler betondandır: “Tarım geri bir faaliyettir; illâki yapılacaksa yoğun biçimde ve insansız yapılmalıdır.” “Hava, su ve toprak sonsuzdur; tepe tepe kullanılabilir.” “Köylülük geriliktir; geçmişte kalmıştır”. Bu inanışlar ne kadar yanlış ve haksız olsalar da Türkiye’ye de özgü değil, küresel! Türkiye sadece gelişmiş dünyayı taklit edenlerin yaptığını yapıyor.
Rakamlar kendiliğinden konuşuyor. Kayıtlı çiftçi sayısı 2013’te 2012’ye oranla %12 azalarak, bir milyonun altına düştü. İstihdamda tarım sektörünün payı son 20 yılda yaklaşık %50 azaldı. 1990 yılında Türkiye’de istihdam edilenlerin %46’sı tarım sektöründe çalışırken, bugün %24,7. Dünya üzerinde küçük çiftçiliği ortadan kaldıran, tarımı insansızlaştıran ve şirketleştiren bir eğilim var. Avrupa’da 2 dakikada bir çiftçi iflas ediyor; Türkiye’de 50 saniyede bir. Bakanlığın adında artık köyü hatırlatacak bir ibare yok. Önce Köy Hizmetleri kapatıldı sonra bakanlığın adından köyişleri silindi.
Ziraat Odaları Birliği’nin verilerine göre 1995-2013 arasında tarım alanları %11,3 azalarak, 23,81 milyon hektara gerilemiş. Azalma 3 milyon hektar yani 30.000 km2 demek. Bir Belçika ediyor. Kendi tarım arazilerini imara açarak kaybeden Türkiye Sudan’da 99 yıllığına 780.000 hektar tarım arazisi kiralıyor. Sonuçta, biyoçeşitlilik mucizesi, tarımda kendine yeten yedi ülkeden biri olan Türkiye bugün yüzden fazla ülkeden toprak mahsulü ve hayvan ithal eder hâle geldi. Ancak sonuçlar üretimle sınırlı değil. Tarımın lağvı aynı zamanda gözetecek kimse kalmadığından kırsalın ve doğanın da yok olması demek. Bunlar birbirlerini besleyen, var ya da yok olma süreçleri.
Sonuçlarla devam edelim: Akademide en az ilgi gören ve o ölçüde de eğitim seviyesi en düşük bölümler ziraat mühendisliği, veterinerlik ve tarım iktisadıdır.
Şehirleşme babında, Başbakan 2010’da “Türkiye biliyorsunuz artık bir tarım ülkesi değil” diye övünürdü, artık “köyler şehirleşmeli” diyor. Böylece köylü ülke olmaktan kurtuluyor ve kalkınıyoruz. Sonuçta nüfusun %80’i ucube şehirlerde tıkılmış halde. İdarî anlamda 783.000 km2 toprağı olan, 75 milyon civarında insanın yaşadığı Türkiye’de merkez dışındaki nisbeten yetkili, tüzel kişilik sahibi tek yönetim birimi olan belediye sayısı, bütün belediye düzeyleri dâhil olmak üzere 1.389’a geriledi. Belediye sayısı Türkiye’nin yarısı kadar olan Almanya’da on kat, 13.854! Belediye sayısının azalması artık yerelde karar alınamaz demek.
Çalışma hayatı babında, istatistiklerde “tarım dışı istihdam” diye bir kalemin bulunduğu bir memleket burası. Tarımdan koptuğu anda “vasıfsız” sınıfına düşen işgücünün hâli ortada. Yakın zamandaki Soma katliamında ölenler eski çiftçilerdi. Keza şehirlerde, sakalık, otopark değnekçiliği, bar diskotek zabıtalığı, pizza dağıtıcılığı iş olmayan işlerde karın tokluğuna, çoğu zaman kayıt dışı çalışanların çoğu eski köylüdür.
Kültürsüzleşme ve yabancılaşma babında kırsalın kadim bilgi birikimi yok olmaya yüz tuttu. Kendine yeterli, doğaya zarar vermeyen haliyle sürdürülebilir hayat tarzı yok oluyor. Şehirleşenlerin ise yeni ihtiyaçları çığ gibi: Tüketim toplumuyla tanışıyorlar, seviyorlar elbet, alışıyorlar, borç harç daha fazlasını elde etmeye çalışıyorlar. Bu anlamda tarım, doğa ve kırsalın lağvedilmesiyle sınırsız tüketim temelli kalkınmacılık birbirini besliyor! Ve AKP’nin kırsal kökenli tabanı için kırsalı çağrıştıran hayat artık muteber değil. Ezcümle, memleketin istikameti belli: Tarım, doğa, kırsal ve elbet kenti güle oynaya tüketmek!
Bu yazı ilk olarak Taraf’ta yayınlandı. Yazarın izniyle burada da yayınlanıyor…
Discover more from Erkan's Field Diary
Subscribe to get the latest posts sent to your email.