Damocracy çeşitli çevre örgütlerinin sponsorluğunda Kanadalı yönetmen Todd Southgate tarafından çekilmiş bir belgesel. Sözde temiz enerji kaynağı olan hidro elektrik santrallerine karşı önemli bir duruş sergilemiş. Bu eleştiri, yapılması dünyada büyük tartışma getiren iki barajı konu alıyor; Türkiye‘deki Ilısu Barajı ve Brezilya’daki Belo Monte Barajı. Coğrafyası uzak hikayesi yakın iki ülke.
Hasankeyf‘te baraj inşaatının önlenmesi için bir çok dava açıldığını, sürekli eylemler olduğunu, bir dönem anlaşmanın fesh edilerek yapımının durduğunu ancak daha sonra büyük bir umursamazlıkla inşaata devam edildiğini biliyoruz. Aynıları Belo Monte için de geçerli. Amazon halkı yok olacak kabileleri, evleri, geçimlerini sağlayan nehirleri için endişeli, devletleri kayıtsız, barajın inşaatını izliyorlar. Hasankeyf’in yokoluşunu ellerini ovuşturup ceplerini dolduranların izlediği gibi…
Ancak belgesel başından itibaren içerik başka, teknik başka dedirtiyor. Brezilya’dan ve Türkiye’den etkileyici görüntülerle başlayan belgesel ilk sesi duymamızla fikrimizi değiştiriyor. Türkçe olan versiyonun da Mehmet Ali Bora’nın sesini duymak mutlu etse de artık dış ses kullanımının zamanı geçmedi mi? Belgeselin neredeyse her yeri grafiklerle donatılmış. Dönen dünyalar, istatistiki veriler, fotoğraflar ve daha çoğu anlatılanla senkronize bir şekilde görüntülerin üzerine biniyor. Sanki biz anlatıyoruz ama anlamazsınız diye bir de gösterelim dedik gibi bir hali var. Kendimi coğrafya ders kitabının içindeymişim gibi hissetmedim değil. Aslında çok insan odaklı oolması gereken bir film buna karşın fazlaca didaktik kalıyor. Tüm ülke ama en çok orada yaşayanlar için sancılı bir süreci anlatırken bu kadar öğretici olmak konudan soyutluyor bizi. İzlediğimiz süre boyunca bir çok kez ekrenın ikiye, dörede, sekize bölünmesini özellikle anlamadım. İki farklı ülkeyi anlattığını göstermenin yolu her seferinde ekranı ikiye bölmek midir? Bunu kurgulayacak başka yollar bulunamaz mıydı? Böylece doğa görüntülerinin güzelliğini küçük karelerde değil tüm ekranda görebilirdik. Sürekli efekt kullanımı da görüntüleri birbirinin içine sokmuş. Geçişlere bir duygusallık verse de fazlası zarar gibi. Dikkatimi çeken başka bir ley ise görüntü tekrarları. Amazonun ortasında, Hasankeyf’te gösterilecek dünya dolusu şey varken eldeki bir kaç görüntüde takılıp kalmak neden? Tüm bunlar bir yana müzik kullanımı enfes. Yerinde ve tam seviyesinde giren müzikler heycanlandırıyor, hüzünlendiriyor. Belki de belgeselin en iyi kısmı kullanılan şarkıların seçimi. Ekibin içinde Mercan Dede ve Dhafer Youssef gibi isimler hemen dikkat çekiyor.
Brezilya’da, Türkiye’den de katılımcılarla bir yürüyüş düzenlenmiş. Sadece iki ülkeyi değil aslında tüm ekosistemi dolayısıyla tüm dünyanı ilgilendiren bu projelere karşı birlikte savaşma kararı alınmış, destek birliği sağlanmış. Önümüzdeki süreç zorlu biraz da karanlık görünse de direniş her geçen gün biraz daha büyüyerek devam ediyor, tünelin sonundaki ışığı yaratmak için.
Belgeselin tamamını izlemek için:
Discover more from Erkan's Field Diary
Subscribe to get the latest posts sent to your email.