Haluk Şahin (@wiseoldturk) EFD için yazdı: MEDYA KALESİNE NASIL GİRİLİR?

HALUK ŞAHİN

MEDYA KALESİNE NASIL GİRİLİR?

Epey bir süredir her yıl olduğu gibi bu kez de beni Çanakkale Troia Sanat ve Kültür Festivaline konuşmacı olarak çağırdılar.  Bu yıl katıldığım ve yönettiğim panelin konusu ?Kazdağları?nda Altın Madenciliği? idi. Ramazan günü akşam 19:00 ile 21:00 arasında Halk Bahçesi?nda yapılacağı ilan edilen panele Çanakkale Belediye Başkanı ve bir Çanakkale milletvekili dahil çok sayıda insan katıldı.  Söylenenleri ilgiyle izlediler, yorumlar yaptılar, sorular sordular.

Bu sorulardan birisi ulusal medyanın konuya yönelik kayıtsızlığıyla ilgiliydi.  Şöyle sordu bir izleyici:

?Kazdağları?nda altın madenciliğie karşı yıllardır süren direnişin ülkemizin belki de en önemli ve başarılı çevre hareketi olduğunu siz de söylediniz.   Ancak bu konuda ulusal medyada hemen hemen hiç haber çıkmıyor.  Sesimizi duyurmakta zorluk çekiyoruz. Bu neden böyle? ?

Onlara, karşılarında ?bu siyasi iktidar, bu medya patronları, bu gazeteciler ve bu izleyiciler? olduğu sürece işlerinin zor olduğunu söyledim.

Daha ayrıntılı konuşmak isterdim.  Örneğin şöyle:

?Karşınızda sıra sıra surlar tarafından korunan bir iç kale var.  Birini geçseniz bir sonrakine takılıyorsunuz.  Gazete sayfalarına ya da televizyon  ekranlarına ulaşmadan haberiniz çöp sepetini boyluyor.  Egemen haber akış sistemi size karşı direniyor, içeri bırakmıyor.  Kolay kolay geçemezsiniz.  Yaratıcı olmanız ve yeni yöntemler geliştirmeniz gerekiyor.?

HENDEK VE DUVARLAR

?Bu siyasal iktidarın bağımsız medyaya yönelik tutumu konusunda fazla bir şey söylememe gerek yok.  Bunu artık cümle alem biliyor.  Son 10 yıldır Türkiye?yi yöneten ekip bazı olguların halk tarafından bilinmesini istemiyor.  Tüm ülke topraklarının altın madenciliğine açılmasının rizikoları bunlardan birisi.  Madencilik konusunda baştan beri çok arzulu ve hassaslar. Çevre hareketlerine iyi gözle bakmıyorlar. Bunun en yüksek düzeyde sık sık dile getiriyorlar? İsterseniz buna savunma sisteminin dış duvarını kuşatan içi su dolu hendek diyelim.

Haberiniz, bu derin hendeğe rağmen rağmen,  bir köprü bulup ülkenin büyük medya organlarından birisine ulaştığında ne oluyor?

Büyük bir olasılıkla doğrudan çöp tenekesini ya da ?thrash?i boyluyor.
Çünkü ülkenin en büyük medya kuruluşlarının sahipleri sson yıllarda çok iyi terbiye edildiler,  ?iyi saatte olsunları? rahatsız edecek haberler ve yorumlar yayınlayarak pişmiş ya da pişecek aşlarına su katmak istemiyor, susmayı ve pusmayı tercih ediyorlar.  Onları tamahkarlıkla suçlayabiliriz ama,  uslu durmazlarsa kaybedecekleri paralar o kadar büyük ki, bir iş adamı olarak onları onları ikna etmemiz mümkün görünmüyor.

Bunlara,  iktidarın görünmez elinin müdahaleleriyle bürokratik işlerinin tıkanması ya da vergi müfettişlerinin binaya kamp kurması gibi başka olasılıklar da katın. Şirketin piyasa değerinin üzerinde vergi cezaları katın.  Adamlar korkuyorlar ve  ?Neme lazım! Gemiyi batırmaya değer mi?? diyorlar. Buna da savunma sisteminin dış suru diyebiliriz.

ÇIKAR ÇATIŞMASI

Bu duvarın kimi yerlerde yüksek burçları da var.  Çünkü ülkenin en büyük gazetelerine ve televizyonlarına sahip olanların bir çoğu aynı zamanda maden işletmecisi.  Bunlar arasında altın madeni işletenler var, gümüş madeni işletenler var, başka türden madenler işletenler de var.  Maden işletmek isteyen yabancı ortakları var. Yani bu konuda taraflar.  Yaptıkları ve çok para kazandıkları bir işe,  ekolojik denge, halk sağlığı ve kültürel koruma gibi nedenlerle sınırlamalar getirilmesini istemiyorlar.

Bunların arasına,  altın madenciliği yapan cemaatlerin şirketleri ve çevreleriyle içli dışlı  olan kamu yayın organlarını, örneğin TRT?yi  ve haber ajanslarını da ekleyebilirsiniz.   Onlar da, açıkça destek çıkmadıkları zamanlarda, dokunmak istemiyorlar altın madenciliğine.

Şair Edip Cansever üzerine konan onca şeyi çeken masa için ?Masa da masaymış  ha!? diyordu.  Biz de kocaman çıkar taşlarıyla döşenmiş bu duvar için ?Duvar da duvarmış ha!? diyebiliriz.

Bu hendek ve duvardan sonra,  çok zor ama,  haberiniz haber masasına ulaştı diyelim.  Hemen alarm zilleri çalmaya başlayacak ve orada oturan birileri bunun niye yayınlananmaması gerektiğine  ilişkin bir gerekçeler ileri üretmeye başlayacaktır:

?Yahu, yanlış anlaşılır, bizim patronun da işi var,  filanca kızar, üstelik adamlardan ilan alıyoruz, zaten bu çevrecilerin arkasında Almanlar varmış, bu türden romantik solculuğun devri geçti, vb. vb…?

Oto sansür dinamolarının tam gaz çalıştığı aşamadır bu.  Patrondan fazla patroncuların birilerine yaranma ve kelle alma zamanıdır.

HÜLYA?NIN BACAKLARI DURURKEN

Habrin karşısına, bu işe salt gazetecilik açısından yaklaştığını söyleyen nizamiye bekçileri de çıkacaktır.  Son zamanlarda tirajın ya da reytingin düştüğünü, rakibin geçen hafta Gülben ya da Hülya?nın mayolu selülit fotoğraflarıyla fark attığını, Türk kadınının yastık altında sakladığı altını bir güvence olarak gördüğünü ve bu yüzden altın karşıtı haberlerden hoşlanmadığını öne süreceklerdir.

Bu ?gazeteciler?  çoğu kez Genel Yayın Yönetmeni ya da adayıdırlar ve görevlerinin halkı aydınlatmak değil eğlendirmek olduğuna savunmakta, gerçek basın mücadelesinin patrona tiraj ve para kazandırarak kurumlarını ayakta tutmak  olduğuna söylemektedirler.

Bir mucize kabilinden bu aşamaya kadar gelmiş olan haberinize,  büyük bir olasılıkla burada kırmızı ışık yakılacaktır.

Toplantıya katılan bölüm şeflerinden bazıları, hatta çoğu, bu karara ve gerekçeye katılmayacaktır.  Aralarında,  mesleğin demokrasi içindeki misyonunun önemine yürekten inanan ve geçmişte bu uğurda bedel ödemiş olanlar da vardır.  Ancak şu dönemde (Tam da oğlan üniversiteye girmişken!) onların da sesini yükseltmesi olasılığı zayıftır.  Medarı maişet motoru teklerken,  ?sivrilik ettiği? ya da birilerinin verdiği listede adı çizildiği için buharlaşan gazetecilerin arasına katılmak  — şu zamanda — göze alabilecekleri bir şey değildir.

Bir sonraki ?iç duvar? daha bile aşılmazdır.  Gündüzleri hayatın hayhuyuna,  geceleri ise televizyon dizilerine yetişmeye çalışırken başka şeylere pek vakti kalmayan, halı saha maçında çok yorgun düştüğü ya da kitaplar ?pahalı? olduğu için okuyamayan, Çanakkale ve Balıkesir?den  uzaklarda yaşayan, Coğrafya?dan pekiyi almış olsa da  Kazdağları?nın nerede olduğunu bilmeyen,  lisede edebiyat derslerinden iyi notlarla geçtiği  halde İda Dağı?nın mitolojide ve sanattaki önemini duymamış olan, dinsel hurafelerin sobadan sızan duman gibi her yeri sardığı şu dönemde böyle şeyler öğrenmenin bir yararı olacağına inanmayan, ülkeyi yönetenlerin her konuda yaptıklarının temelde doğru olduğuna ikna edilmiş milyonların bu tatsız, sıkıcı, geleceğe yönelik, teknik öğeler de içeren haberler talep etmesi ne kadar olasıdır?   O gazeteleri okuması, o televizyonları seyretmesi?

Unutmayalım ki, yalnız Türkiye?de değil pek çok yerde ?önemli? ile ?ilginç?,  ?derin? ile ?sığ? arasındaki yarışmayı  ikinciler açık farkla kazanmıştır.

NASIRLAŞMA TEHLİKESİ

İşin en kötüsü, bu türden duvarları aşamadıkları için medyada ?haber?leşemeyen olaylar ve olgular zamanla ?bunlar zaten haber değil? şeklinde özetlenebilecek bir nasırlaşmanın oluşmasına yol açıyor.  Öyle ki, genç ve idealist muhabirler bile artık onları haber olarak görme duyarlığını yitiriyor ve o  alanda bir şey farkettiklerinde şeflerine önermeyi bile zahmete değer bulmuyor.  Nasıl olsa reddedilecektir.  Nasıl olsa görülmeyecektir. Ne gerek var!

O öldürücü döngü kurulmuştur:  Bunlar haber olamıyor,  demek ki bunlar haber değildir!

Altın madenciliği ve siyanür kullanımı konusunda Türkiye, tüm diğer engellerin yanı sıra,  bu nasırlaşmayı da yaşıyor.  2011 yılında Kütahya?da siyanür havuzlarında gerçekleşen  kaza ve ardından yaşananlar basın özgürlüğünün gerçekten işlediği her ülkede günlerce manşet olurdu.  Düşünebiliyor musunuz, binlerce insanın yaşadığı bir yörede bir madenden gelen siyanürlü su içme suyuna karıştı, hayvanlar öldü, insanlar hastaneye kaldırıldı, büyük bir bölgenin zehirli sular altında yokolmasına ramak kaldı.   Belki, hala bilmediğimiz bir çok kötü şey daha oldu.

Benzer şeyler günümüzde de Uşak?ın Kışladağ altın madeninde yaşanıyor. 2012 yılının Ağustos ayında  aşırı yağışlar nedeniyle madenden havaya çok miktarda Hidrojen Siyanür salındığı öne sürülüyor.  Uzmanlar durumun ?tehlikeli ve ölümcül? olduğunu söylüyorlar.  Çevredeki yerleşimlerin boşaltılması olasılığından söz ediliyor.  Dehşet verici bir olasılık!  Büyük haber!

Şimdi soruyorum:  Büyük patronların elindeki hangi gazetenin manşetiydi bu?  Hangi anahaber bültenine girdi?

Günümüzde medyanın temel işlevlerinden birisi bu türden rizikolar konusunda halkı bilgilendirmek ve uyarmak değil mi?

Yukardakilere benzer nedenlerle Kazdağları?nda altın aranmasına karşı çıkmaya çalışanlar da,  medyadan işte bu yaşamsal görevi yerine getirmesini istiyorlar:  Bilgilendir ve uyar!   Ama, anlattığım nedenlerle, tüm çabalarına rağmen, hayalkırıklığına uğruyorlar.

Bilmem yantlayabildim mi?


Discover more from Erkan's Field Diary

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Leave a Reply

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.