H
Dün Hrant?ın katlinin beşinci yılıydı. 2007?den bu yana her yıl olduğu gibi yine yoğun bir ?Hrant Haftası? yaşanıyor. Ama sanmayın ki yılda bir hafta; Hrant?ın mirası artık zihin ve vicdanların anahtarı konumunda. O zira Türkiye?nin hafıza doktoruydu.
Bu yıl davanın sonlandırılması telaşı vardı. Dava, başında devletçe nasıl kararlaştırıldıysa öyle bitti. Avukat heyetinin bütün çabalarına rağmen davaya dâhil etmeye çalıştıkları hiçbir kanıt, hiçbir sanık dikkate alınmadı. Sırıtan, kaba bir ısrarla. Sonunda örgüt ilişkisi de reddedilince cinayet esnasındaki Emniyet Müdürü?nün hükmüne rücû edildi ve bir bakıma hayırlı da oldu. Zira takke yarım değil, tamamen düştü. Davanın artık bir an evvel AİHM adaletine intikal etmesi ve nihayet başlaması gerekiyor. Ama en önemlisi vicdanlardaki adalet. Kimse ama kimse Hrant Dink?in iki-üç sosyolojik vaka tarafından öldürüldüğüne inanmıyor. Bu aldatılmışlık ve adaletsizlik duygusu ise yokedilen, unutturulmaya çalışılan Hrant?ın sözünü, mirasını katlıyor.
Bu yıl Boğaziçi Üniversitesi?nin Hrant Dink Konferansı konuşmacısı, Mısırlı Rabab El-Mahdi?nin şu ifadesi anlamlı: ?Cinayetin ardından gelen sivil tepki ve hareketlenmeyi bir dönüm noktası, bazı fikirleri ve kuruluşları kökten değiştiren bir olay olarak değerlendiriyorum. Bazı insanlar ve bazı olaylar tek başlarına korku bariyerlerini yıkacak kadar güçlü ve önemlidir. Bence Dink cinayeti, Türkiye için o dönüm noktasıydı.? Herhalde dava kararı da öyle olacak.
Cinayet sonrasındaki yılgın ve sinmiş ruh halini ama ardından cenazeyle gelen o muazzam enerjiyi hatırlayınca artık şişelerden çıkmış olan cinlerin bir daha geri girmeyeceği ortada. Susmayan, risk alan, zihin açan, ezber bozan, hatırlayan, öğrenen, bireyleşen, toplumlaşan bir Türkiye var artık.
Kürt çatışmasının çözümünün tıkanması ve siyaset alanının daralmasıyla oluşan bugünkü yılgınlık hali, davadan çıkan küstah kararla tavan yapmış durumda. Keza Fransa?daki yasa tasarısıyla depreşen milliyetçi kibir, derin devletin kahramanı Denktaş?ın ölümüyle tavan yapmış durumda. Ne tuhaf tesadüftür ki derin bir yalnızlık ifade eden Hrant Dink kararı, kalabalık bir erkânının teveccühüne mazhar olan Denktaş cenazesiyle aynı güne rastladı. Ortam fena halde Hrant?ın katli sonrasındaki bunaltıcı Ergenekon ortamına benziyor. Ama tıpkı o zaman olduğu gibi adalet ve vicdan arayışının o geri dönüşsüz toplumsal dinamiği eninde sonunda işleteceğinden de, her türlü melânete rağmen kuşkum yok.
Nitekim bütün bulanıklığa rağmen yakın zamanda iki mütedeyyin aydın, Cemal Uşşak ve Ahmet Turan Alkan, ilki Agos mülâkatında, diğeri Aksiyon makalesinde ?özür? konusunu kuvvetle gündeme getirmekten çekinmiyor. ?1915 ile ilgili samimî bir özür çok şeyi değiştirir? diyor Uşşak. Alkan ise ?Cenab-ı Hak ve tarih önünde, Ermeni kardeşlerimize yaşattığımız bu büyük acılardan dolayı çok üzgünüz. Biz de acı çektik ve ağır bedeller ödedik. Keşke hiç yaşanmasaydı, keşke kanlı 1915 yılını, müşterek tarihimizden illetli bir ur gibi oyup çıkarmak mümkün olabilseydi. Özür dileriz. Faciada canını kaybedenlerin ruhundan ve hatıralarından özür dileriz. Yakınlarından özür dileriz. İçlerinde akrabası olsun olmasın, dünyanın neresinde olursa olsun, her Ermeni?ye bu elîm hadiseden ötürü bir özür borçlu olduğumuzu düşünüyoruz. Anadolu?da güçlü ve üretken bir Ermeni nüfusu ile yan yana iç içe geleceğe birlikte yürümek isterdik ama olmadı. Böylesi hepimiz için daha iyi olurdu. Bilinmelidir ki Türkiye, bütün Ermenilerin ana yurdudur; hepsine kapımız ve kalbimiz açık. Onları öz vatanlarında görmek ve sıcak bir hoşgeldiniz demekten zevk ve gurur duyacağız. Müşterek acılarımız azalacak. Evet, açık ve samimi bir dille özür diliyoruz.?
Hep deriz: Mütedeyyinler ve AK Parti, İttihatçı/Kemalist ideolojinin, gayrimüslimleri, Türk veya Sünnî olmayan Müslümanları en az kendileri kadar gayrimeşrulaştırdığını ne kadar çok anlar, çekilen acı ve hakikatlerin ortaya çıkmasına ne kadar önayak olur, adaletsizliklere tüm dışlanmışlarla birlikte ne çareler bulur ve böylece bu ideolojilerden ne kadar uzaklaşırsa demokrasi o ölçüde yerleşecek. Bu dinamik uyarınca ve Fransa?ya esip gürleyeceğimiz yerde, bir Frenk icadı olan ve İttihatçı/Kemalist elitinFransa?dan ithal ettiği millet kavramını boykot etmek yeterli olacaktır!
Daha pek işitilir olmasa da Türkiye?nin asıl dinamiği bu. O yüzden toplumun usta terzi AK Parti?nin biçmeye çalıştığı dar gömleğe razı olacağı çok şüpheli. Zira ustanın çırakken biçip kestiği bol ve rahat gömleklere alıştı. İtirazını yüksek sesle söylemenin tadını almış olan, tektip düşüncenin vesayetini AK Parti aracılığıyla kırmış olan, uluslaşma döneminin dayattığı yalanlara ve yarattığı tabulara ?hayır? diyen bir toplum var artık Türkiye?de. Hem de ilk defa var. Demokrasinin tadını almış, yola koyulmuş, kaderini vasilerinin elinden kendi eline almış bir toplumu yeniden zapt-u rapt altına almak kolay mı? Zira toplumun geçirdiği bu dönüşüm sadece AB sayesinde olan ya da hükümetin bahşettiği bir dönüşüm değil. Toplumca, topyekûn bedel ödenerek gerçekleşmiş bir dönüşüm bu. Tıpkı Hrant gibi.
Ama dönüşümün şu evresinde, AK Parti?nin durması ve devletleşmesinin toplumsal bedeli ve barındırdığı çatışma potansiyeli özgürlük alanının zaten varolmadığı eskisinden ağır olacak. Zira insan iyi olana çabuk alışır, sürmesini arzu eder, azıyla yetinmeye de itiraz eder. Hele dersimiz özgürlükse! Bakın 19 Ocak protestosuna birkaç bin kişi anca gelir diyorduk, onbinler toplandı?
Bu yazı ilk olarak Vatan gazetesinde yayınlandı. Yazarın izniyle burada da yayınlanıyor…
Discover more from Erkan's Field Diary
Subscribe to get the latest posts sent to your email.