Erdoğan?ın Dilinde ki Öfke ve Tekfir
Erdoğan?ın kullandığı polemikçi söylemde zaman zaman öfkenin temel belirleyici olduğunu görebiliyoruz. Son Kızılcahamam kampının açılış konuşmasında yine böyle bir üslüba tanık olduk. Bu yazıda sadece tek bir cümlecik üzerinden değerlendirme yapacağım.
?dini zerdüştlük olanın derdi mi?? diye sürüp giden cümle güncel politik çekişmelerin gerilimli tabiatıyla alakalı olamaz. Bu cümle üzerinden BDP veya Sırrı Süreyya Önder?e verdiği cevabın isabetine/yanlışlığına hiç dokunmayacağım. Bakmak istediğim mesele daha genel bir eğilimin mahiyeti. Daha önce Erdoğan?ın söylemi aracılığı ile müslümanlığın bir çatışma aracı olarak kullanıldığını söylemiştim. Biraz bunun işleyişine bakalım.
Zerdüştlük, peygamberlik atfı, cuma, ezan, sahte dindarlık gibi meseleler üzerinden BDP ile yürütülen polemikte, 12 Haziran?dan önce Erdoğan?ın söylediklerinden başlayarak genel bir izlek tespit edebiliriz. Bu söylemin, muarızını İslam dairesinin dışında konumlandırmamaya kendini ikna etmeye çalıştığını düşünüyordum. Fakat mesele gitgide tekfir noktasına meylediyor.
Erdoğan, kürt meselesinde üstlendiği risk karşısında muhataplarının gerçekçi olmayan tavır ve taleplerinin çözümü imkansızlaştırdığını düşünüyor. Yine Erdoğan, bölgede gündelik hayatın içine yerleşmiş şiddetin devlet kökenli olanını uzun ve zorlu bir siyasi mücadele ile kontrol altına almış ve halkın rahatlamasını sağlamışken, bunu bir fırsat olarak kullanan örgütün savaşı kışkırttığını, meseleyi demokratik zeminin dışına taşımaya çalıştığına ikna olmuş durumda. Muhtemelen bu düşünceye bağlı olarak içten içe gelişen garez, bölgede halk üzerinde Pkk kontrolünde gelişen hegemonik baskının kışkırtıcılığı ile birleşiyor ve öfke dilinin baskın olmasını sağlıyor. (Bu öfke ve polemiğin sahihliği, haklı olup olmaması bu yazının kapsamında olmayacak.)
Seçim mitinglerinde Erdoğan?ın BDP?ye yönelttiği temel saldırı, dini motiflerin siyasi kapsayıcılık için araçlaştırılması ve müslümanlığa rakip bir din oluşturma niyeti üzerindendi. Aslında her milliyetçilik eğiliminde olduğu gibi kürt kimliğinin yeniden inşası çalışmalarında da bunu haklı kılacak sürüyle veri var. Fakat bu çalışmaların hiçbiri toplumun genel süreçlerinde rahatlıkla ifade edilen ve genel geçerliliği olan sonuçlara ermedi. Kürt meselesini bu çalışmalardan okumak güçlü bir siyasal rehberliğin akledebileceği şey olmaktan ziyade kitleyi dini aidiyet üzerinden teyakkuza çağırarak muarızının saflarını daraltmak niyetine matuf görünüyor. Fakat sonucu gerçekten böyle mi olacak.
Bugüne kadar BDP kanadı kendini sakınarak bu dile karşılık vermemeye gayret gösterdi. Fakat uzun süre böyle devam etmeyebilir. Kendini farklılaştırmak üzere çalışan bir siyasi söylem bu kanatta da kendi müslümanlık algısı-imgesi üzerinden bir meşruiyet çerçevesini oluşturmaya niyetlenebilir. Bunun bizi götüreceği nihai nokta herkesin müslümanlığının kendisine olacağı bir menzildir.
Dinin özellikle müslümanlığın, parçalayıcı savaş sürecine rağmen bugüne değin nasıl bir sınırlayıcı olarak işlediğini herkes rahatlıkla görebilir. Dindarların uzun süre savaş karşısında tıkanmalarına rağmen, müslümanlığın onlardan da bağımsız olarak işleyen etkisi ve etki potansiyeli bugüne değin toplumsal barış zemininin korunmasını sağladı. Fakat bugün itibariyle, Erdoğan?ın bıkkınlığını yansıtmak üzere kişisel izini eklediği polemikleri, müslümanlığın bu etkisini tahribe yönelmeye başladı. Çünkü biraz soğukkanlılıkla baktığında kendisinin de göreceği gibi, ?dini zerdüştlük olanın derdi mi?? diyerek kurulan cümle ne kadar haklı bir eleştiriyi dile getirirse getirsin, muarızına ve ona angaje olan kitleye tekfir tehdidi savurmaktır. Öfkenin kontrolsüzleşip tekfire kaydığı noktada buna muhatap olan hiç kimse kendini savunmasız bırakmak istemeyecektir. Savunma ihtiyacı doğal olarak dine dair kendi algısının yeniden tanımlanmasına yönelir. Erdoğan?ın hissettiği bıkkınlık karşı tarafta da gelişmişse bu tanımlamanın fark kurucu bir tanımlama olması beklenebilir. Fark, bu noktada muhtemelen kürtlerin müslümanlığının ?başkalığı? üzerinden kurulacaktır.
Bu coğrafyada kürtlerin, türklerin ve daha başka herkeslerin kendilerini onunla mukayyet hissettikleri müslümanlık çerçevesinin müdahale edilebilir olarak düşünülüp bir operasyona tabi tutulması, aynı zamanda sınırlayıcı bir etki olarak çalışan müslümanlığın nüfuzunun kırılması demektir. Cumhuriyetin gaddar ulusçuluğuna rağmen toplumumuz Osmanlı çağından devralınan sembolik çerçeveyi uzun yıllar korumuştu. Bu koruma gayretini boşa çıkaracak bir dil kimin işine yarayacak. Şimdi, birileri Erdoğan?a hangi operasyonu hızlandırdığını gösterip, uyarmalı. En azında 70?e yakın kürt milletvekili vardı akparti?de. Hiç olmazsa bu sefer Başbakana edebi hatırlatmalılar.
Bir örnek istiyorlarsa, biz şunu hatırlatalım. 1997?de Erbakan hükümette iken, Öcalan ?islam kardeşliği? bağlamına atıf yaparak masaya oturmaya niyetli olduğunu söylemişti. Öcalan?ın bu hamlesi Erbakan hükümetini asker karşısında köşeye sıkıştırmaya yaramıştı. Erbakan o zaman verdiği cevapta; asli dokuyu incitmeyecek bir nezaketle, sadece Pkk?nin ?marksist-leninist? özelliğine vurgu yaparak, askerin suçlama hamlesini boşa çıkartmaya çalışıp, ?İslam kardeşliği? kavramı üzerinden çekişmeye izin vermeyeceğini belli etmişti. Erdoğan, polemikten vazgeçmeyen ama nezaketi ve zarafeti koruyan bu dili yeniden hatırlasa gayet iyi olacak.
Discover more from Erkan's Field Diary
Subscribe to get the latest posts sent to your email.