Sinan Kızılkaya: Bölüm 3. Savaşın gölgesinde dört soru…

SAVAŞIN GÖLGESİNDE DÖRT SORU..

The National Security Council met for five hours before ageeing support for a tougher stance against the PKK [Reuters]

Öcalan?ın müzakere süreci ve anlaşma hattının kurulduğuna ilişkin açıklaması sonrasında beklenmeyen bir anda Silvan saldırısı gündemimize düşmüştü. Ardından küçük çatışma ve ölüm haberleri ile düşük yoğunluklu bir çatışma döneminin önümüzde belirdiğine dair haberler süreklileşirken son bir aylık sürecin en kanlı saldırısı ve geldiğimiz nokta açısından da sinirlerimizin baş etmesinin çok zor olduğu bir şok saldırı olarak Hakkari çatışması belirleyici oldu.  Biz bir taraftan barış şansının devam ettiğine ilişkin bir umudu azimle korumaya çalışırken anlaşılan savaşçılar kendilerini bir daha sınamak istiyor. Şu halde anlamakta zorlandığımız şey, nasıl oldu da bu çapta büyük bir saldırı, psikolojik yüküne Türkiye kamuoyunun güç yetiremeyeceği aşikar olan bir eylem hangi rasyonalite ile düşünüldü. Hangi hesapla bir grup militan sonucu rahatça görülebilecek bu eylemi icra edebilme cesareti gösterebildi.

Belki de kilitlendiğimiz nokta burası. Zihnimizde varolan rasyonaliteyi yanlışlıkla, savaşmaktan başka bir şey bilmeyen bir gruba da atfediyoruz.  Bu nedenle olup biteni anlamak ve derde deva bir çözüme ermek için muhtemelen küçük grupların kapalı devre enformasyon süreçlerine ve duygusal ekonomisinin iç döngüsüne/ denge arayışına dönmek gerekiyor. Ama şimdilik başka bir şeye geçelim.

Bir günlük süreçte medyada akan bilgi yığılımı ve pozisyonların haklılığı tartışmalarına baktığımızda, biz barışın öncesi olur mu diye düşünürken savaşın neredeyse başlangıcı gibi görünen yeni sürecin  önümüze getirdiği hal öyle görünüyor ki birkaç noktada odaklanacak. Bunlar; Suriye?nin etkisi, Hakkari ve Şırnak?ın hegemonik kuşatılışı, çatışmaların duracağı noktaya ilişkin hükümetin basireti ve bu arada Öcalan?ın avukatlarıyla görüşme süreci ve müdahale gücü.

Bir şekilde yavaştan yavaşa hissedilen Suriye etkisi teorileri bir taraftan coğrafyanın devamlılığını bize hatırlatırken aynı zamanda bu etki meselesi hükümete yönelik bir suçlamaya da dönüşüyor. Suriye?de olagiden muhalefetten yana tavır almanın bedeli olarak Türkiye?nin terörle başının yeniden belaya girmesi gibi bir şey ima ediliyor ki, tezin sahipleri şu anda çok cesur değil ama anlaşılan hükümete karşı sertleşmek için fırsat kolluyorlar. Öyle ya da böyle bütün coğrafyanın yeniden kımıldadığı bir dönemdeyiz ve hiçbir bölgede bundan azade olmayacak. Fakat geçmiş dönemin dış politika refleksini hatırlatan bir tarzda biz kendimizle kalalım diyen anlayış, başkasının savaşına karışmayalım ki kimse de bizim savaşımıza karışmasın imasından başka bir tez içermiyor. Kendisinin temiz olmadığını bilen ve bu nedenle başka kirlere de kör bir duruş.

Ama şunu biliyoruz Suriye istihbaratı veya başka bir şeyinin etkisi olmasa bile kesintisiz coğrafyada süren muhalefet dalgası bir şekilde silahlı örgütlerinde pozisyonlarına, fırsatçılığına ve arzularına etki edecekti. Yaşadığımız sürecin muhtemelen buraya ilişkin bir yönü de var ve Türkiye?nin barışı Suriye?nin barış ve dengesinden bağımsız değil. Bu nedenle gözlerimiz biraz da Suriye?ye ve barışçıl etki imkanı nedeniyle İran?ın Suriye pozisyonuna çevrilecek. Sıkışan Esad hiçbir meşru temeli yokken bile kolayca gidemez çünkü etrafında ki azınlık kökenli iktidar bloğunun geleceklerine ilişkin bir teminatları olmazsa korkudan başka bir güçle davranamazlar, bu ise sadece felaket olur. Oysa Suriye?nin barış umudu, muhalefet ve azınlık grubun iktidar bloğu arasında ne kadar erken gerçekleşirse bu bizi de o kadar rahatlatacaktır. Hem hakim ve emin olunamayan (muhaberat-örgüt parçacıkları) kirli ilişkilerin ilgası hem de rahatlatıcı bir örnek.

Ayrıca Hakkari ve Şırnak üzerinde, sanki dün bilinmeyen ama bugün öğrenilen bir şeymiş gibi var olduğu söylenen, pkk?nin kampları aracılığı ile çevresel kuşatma ve bu şekilde hegemonik çeperin varlığı yeni bir hedef olarak belirmiş durumda. Kandil gibi dış kamplara yapılan hava operasyonlarından öte mesele burada düğümlenecek gibi görünüyor. Bu bölgelerde silahlı güç hegemonyasının dolaylı bir sonucu olarak bdp?nin %90 civarı oy desteğine kavuşması da çoktandır irrasyonel bir politizasyonun varlığını zaten belli ediyordu. Fakat bu çeperi bugüne kadar kıramayan ya da kırmayan ve ordu üzerinde hakim olamamış hükümetin buraya ilişkin herhangi bir atılımı ne düzeyde şiddet içerek. Tamamen öldürmeye ve yok etmeye odaklanan bu şekilde gücünün azami düzeyini hatırlatmak isteyen bir müdahale tarzı mı yoksa hegemonik kuşatmayı kırmaya ve sınır dışına sürmeye odaklı bir müdahale tarzı mı hakim olacak. Bugün için Başbakanın son YAŞ süreci ile ordu üzerinde tescillenen hakimiyeti bu müdahalede şiddet eşiğinin alt düzeyde kalmasına ilişkin bir umut taşımamızı sağlayabilir. Ve yine umalım ki, inşallah Başbakan kitleler üzerinde etkili olan karizmatik gücüne de güvenerek bugün için geniş türk kamuoyunda meşru görülen devletin şiddet kullanma hakkını sadece hegemonik çeperi kırmak için kullanır. Aksi takdirde barış kelimesini sözlüklerimizden çıkarmak mecburiyetinde kalabiliriz ki, kürt ve türk sokaklarına hatta göçmen sokaklara gelen her cenaze kitlesel mobilizasyon eşliğinde bütün tarihsel muktesabatımızı geçmiş kipine mahkum kılabilir.

Ve yine kritik bir nokta olarak, Öcalan?ın avukat görüşmeleri ne olacak. Bugün itibariyle gücü ve morali bizzat kendi örgütü tarafından tahrif edilmiş bir lider olmasına rağmen, yine de meseleye müdahale etme gücü var olan Öcalan acaba avukatlarıyla görüşebilecek mi, hükümet bu izni verecek mi ve verirse Öcalan nasıl bir tavır alacak. Beni yok sayanlar başının çaresine baksın mı diyecek, barışa bir imkan verin mi diyecek. Maalesef etki gücü ile beraber duruşunu da tahmin etmekte zorlansak bile en azından kürt sokakları üzerinde onun hakimiyetini geçmişte defalarca gördük ve bu nedenle, şayet eninde sonunda bir barış yapılacaksa artık açıkça ikrar edilmeli ki, Öcalan?ın meşru bir siyaset aktörü olmayacağı bir Türkiye her şeyi kodlayarak gizleyerek konuşacağımız, kendi barışını ve savaşını bile yalanlar üzerinde kurmaya çalışan bir ülke olacaktır. Belki Öcalan?ın dili ve müktesebatı asla normal bir tartışma dünyasına uygun ve saygılı olmadı ama meşru olduğu söylenen siyasetin sınırları dışında bırakıldıkça da kitleler onun üslubuna gizemli bir kutsallık atfedegeldiler. Artık Öcalan?ın siyasal mücadele ve tartışma içinde varolmasına izin vermenin dışında bir yol yok. Bırakalım onu sınayacak olan halk olsun. Çünkü eğer halk dediğimiz karmaşık bütünlüğe de güvenemiyorsak barışı konuşmanın hiçbir ahlaki meşruiyeti kalmayacak. Acıları onaracak güç halkın kendisinden başka kim olabilir ki..

Bu arada bdp?ye ne oldu. Bilmiyorum, ama kendini sessiz sedasız lağvetmiş olabilir.

 

 

 

 

 

 


Discover more from Erkan's Field Diary

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Leave a Reply

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.