HAKKARİ SALDIRISI ve KANDİL OPERASYONU KARŞISINDA..
Tam da yas ve hatıralara saygı başlığı altında yazmaya niyetlenmişken, Çarşamba akşamı önce Hakkari?de 12 askerin ölümüne neden olan, misilleme olmaktan öte sert bir etki oluşturmaya niyetli olduğu her halinden belli olan bir saldırı, ardından da Kandil?in hava harekatı ile vurulmaya başlandığı haberi ajanslardan gündemimize düştü. Mesele önümüzde öyle bir dinamik karakterde duruyor ki, nasıl oluyorsa her seferinde, işte konuşacağımız mevzi buradadır dediğimiz her an-da yeni gündem, sözlerimiz daha ağzımızdan çıkmadan ortaya koymaya çalıştığımız hükmü lağvederek bizi yeni bir mecraya çekiyor.
Başbakan daha birkaç gün önce ?Ramazana hürmeten şimdilik bekliyoruz, ama bayramdan sonra mücadele çok daha farklı olacak? dediğinde açıkçası benim bundan anladığım; kendi sıkışmış pozisyonu içinde devletin şahinlerine ?bekleyin, hala tanıdığım bir kredi var? anlamında, pkk?ye ise ?15 günlük performans ve duruşunuz benim de tavrımı belirleyecektir? anlamında bir mesaj verdiğiydi. Ama anlaşılan Hakkari eylemi karşısında hürmeti gerektiren Barış Aylarına ilişkin sözlerini de askıya alarak şiddet eylemlerine ne tür bir şekilde karşılık verebileceğine ilişkin bir izlenimi meselenin orta yerinde hakim kılmak ve pozisyonunun şiddeti dışlamayan bir konum içerdiğini bütün taraflara ilan etmek istiyor artık. Oysa Başbakanın ?Barış Aylarına hürmet? içerikli ifadesi geniş bir kürt kesiminde saygıya neden olabilecek bir potansiyeli içeriyordu. Hakkari saldırısı sonrası gelen ilk açıklama maalesef ?Ramazana ilişkin sabrımız bitmiştir? şeklinde olunca, bizim de sözlerimiz gerçekten bitti mi diye durup hali yeniden anlamaya çalışmaktan başka bir çare kalmıyor.
Peki bundan sonra ne olacak, bundan önce bir çok sefer, son yirmi yıllık tarihimizde sıkça rastladığımız şekilde örneğini gördüğümüz bu misilleme-harekat döngüsü şiddetlenerek devam mı edecek yoksa bugün olup bitenler devlet açısından sadece bir kudret gösterisi ve rakibinin elini zayıflatma ve taleplerini minimize etme hamlesi diğer taraftan pkk için ise taleplerin maximalistliğine denk düşecek özgüveni taşıdığını düşmanına kanıtlama çabası mı. Bunu bilmiyoruz, zaman bunu gösterecek ama umuyoruz ki, türk sokaklarına gelecek cenazelerin sahipsiz olmadığını haykırmak isteyen seslerin bir nefret dalgasına yol açmasını önleyecek basiretin hala varolduğunu göstermek gerektiğini devlet katı unutmaz, bunun için sokağın tepkisini gaz almak amacıyla da olsa kontrolsüz bırakmaz. Ve yine umarız ki, kürt sokaklarına gelecek cenazelerin de bir hatırayı ve yas törenini sahiplenmenin ötesine geçip karşı-şiddet kararlığına dönüşmesini engelleyebilecek bir siyasi potansiyelin bdp kanadında irade gösterip meselede inisiyatif alması mümkün olsun ve aynı zamanda inşallah harekat bir hava operasyonu ile sınırlı kalırda türk sokaklarına yeni asker cenazelerinin gelmesine neden olacak bir aşamaya geçmez ve yine misillemeler çok can almaya hedeflenmiş kontrolsüz şiddete dönüşmez.
Peki taraflar namlularını okşarken ve mevzilerini takviye ederken bu mümkün mü. Bilmiyoruz ama operasyonların başladığı andan itibaren sükunet telkin edebilecek isimlerin kamuoyundan geri çekilip/çektirilip, savaş tecrübesi yaşadığını söyleyen generallerin yeniden medyada arzı endam etmesi ve sorgusuz bir şekilde operasyonun haklılığını anlatmaya başlamaları bazı şeylerin kötüye gideceğinin işareti olabilir. Diğer taraftan bdp kanadının daha ilk Hakkari saldırısı karşısında tipik reaksiyonunu göstererek ?üzgünüz ama biz de uzun süredir muhatap alınmadık? minvalinde ki açıklaması ve saldırılara dair kararsız meşruiyet imaları maalesef bizi kötü senaryoya inanmaya sevkediyor.
Başbakanın daha birkaç gün önce ?biz elimizden geldikçe sabrettik ama bu mesele artık Öcalan?ı aşıyor? minvalinde ki açıklamaları ise şüphesiz daha o günden birçok kişinin ?ne olmasını bekliyordunuz ki? demesini sağlayabiliyor. Ama biz artık yapılan herhangi bir operasyonun ve misillemenin haklılık düzeyi üzerinden yapılan tartışmaları gördükçe, bu operasyon-misilleme döngüsünün meşruiyeti tartışmasının; meselenin çözümüne katkı sağlayamayacak olduğunu, aksine şiddet sürekliliğini beslemekten başka bir işe yarayamayacağını da rahatlıkla söyleyecek kadar akıllanmış olmalıyız. Son dönemlerde, kendisi açısından anlamlı olabilecek şekilde söylemek gerekirse, aklıselim yazıları ile kardeşliğin inşasına hizmet etmeye niyetli olduğunu görebildiğim Ahmet Turan Alkan?ın son Hakkari saldırısı ve hava operasyonunun hemen öncesinde, daha bunlar olmamışken, 17 Ağustos tarihli Zaman gazetesinde yayınlanan yazısı bile basiretimizin tıkanması noktasına geldiğimizi düşünmeme neden oluyor.
Ama yine de bu şekilde düşünmenin, vurguyu buraya kaydırmanın derdimize deva olmadığı da açık. İşte bu yüzden burada durup, yeni ölümlere hazır halde beklerken, sokakların tepkisinin ne olacağını da tedirginlikle beklemekle beraber bu hercümercin içinde barışın ve kardeşlik arayışının dili nasıl olmalı diyerek tekrar düşünmek gerekiyor. Tarafların karşılıklı tepki ve hamleleri mutlaka sokakların dili ve tepkisini şekillendirecektir ama meseleyi sadece kendini savaşın sahipleri ve tarafı olarak düşünmeye meyyal olanların merhametine mi bırakacağız.
Yeniden düşünmek gerekiyor. Herkesin bir acısı var, kayıpları var, incinmişliği ve onurunu yeniden kazanma arzusu var, hakkıyla sonlandıramadığı bir yası var, hesap sorma arzusu var. Öyle görünüyor ki bu uzun şiddet yılları içinde insanların yasından başka saygı duyacağımız hiçbir şey kalmayacak.
Peki, yeni yas törenleri. Bugün itibariyle kendinden kopup gidenin ölümü karşısında ölenin hatırasına sahip çıkmak isteyen sokakların tepkisini kim ne kadar anlayacak ve nasıl karşılık verilecek. Ve biz barış dilini ararken birkaç gün şu şiddet dalgası bitene kadar ortalıkta görünmemeye mi çalışacağız.
Discover more from Erkan's Field Diary
Subscribe to get the latest posts sent to your email.