?Seni severim bilirsin. Ama bağımlıyım bu boka be Cumhur.? Yalan yok ben de Talat Abi?yi severdim. Bu yüzden de bu garip yerdeki nazik durumumu tehlikeye atmak pahasına da olsa ne yapıp edip ona içki bulacağımı adım gibi biliyordum şimdiden. Şunun şurasında iki çift laf edilecek kim vardı ki burada. Talat Abi?yle istediğin gibi konuşabilirdin ama. Diğerleri gibi sana deli gözüyle bakmazdı. Burada deli gözüyle görülmek de hem komik hem trajik, aklıma geldikçe sinirlerim tepeme fırlıyor. Birazdan bağırıp çağırmaya başlarım, sonra dış yardım gelir. Küçük pembe haplarıyla ya da büyülü iğneleriyle işimi bitiriverirler. Yok yok, kendine hakim ol oğlum Cumhur. Sık dişini, hap map yok.
En çok da, oturtup müzik, film, futbol maçı filan izlettirdikleri zaman ifrit oluyorum. İzleyip sakinleşecekmişiz sözde. Şimdilerde de kendi dizilerimizi, filmlerimizi çevirtmeye başladılar bizimkilere. Tamam, eskiden de vardı ama bu sefer bizimkiler olayı ciddiye aldı. Bir dizi, film çevirme çılgınlığıdır gidiyor. Deli oluyor bizimkiler bu yerli malı dizilere. Bizimkilerin deli olması şaşırtıcı değil gerçi de deli olduklarının farkında olmamaları üzüyor beni.
Dış yardım diyorlar burada bunlara. Ben dış yardım yerine, Marshall yardımı diyelim demiştim ama kabul etmedi bizim akıllılar. Akıllı kelimesi de sırıttı biliyorum, idare edin artık. Üstüme gelmeyin, deliriveririm sonra. Talat Abi esip gürlüyor, bu dış yardımlar sürdüğü sürece kendimiz olmamız mümkün olmazmış. Aslında Talat Abi hep esip gürlüyor. Başka da bir şey yapmıyor. Pembe hapları leblebi gibi lüp lüp yutmayı biliyor ama. Doğrusu ya, o kadar sızlanmasına rağmen, her gün başka bir zorlukla baş etmek zorunda kaldığımız bu acayip yerde, keyfi hiç de fena sayılmaz. Bu aralar azalmaya başlasa da, çevresinde her zaman hizmetine koşmaya hazır birileri vardır. Bunlar fırsat buldukça orada burada attığı nutukların da en sadık dinleyicisidir. Ağızları bir karış açık, gözlerinde düşmanlarımıza karşı bir nefret pırıltısıyla, kendilerinden geçmiş bir halde Talat Abi?yi dinlerler.
En sevdiği de bizim buraların nasıl kurulduğunu anlattığı hikayesi. Bembeyaz atının üzerinde, bembeyaz savaş kılığı içinde, şehadet şerbetini içmeye yemin etmiş bir kumandan gibi kasları gerilip boynu ileri uzar, gözlerini uzaklarda bir yerlere diker, heyecandan titreyen, bir o kadar da kendinden emin, coşkulu bir sesle anlatır. Öyle ki Napolyon görse Talat Abi?yi o halde, üç günlük yola kaçar korkudan. Allahtan aramızda bir Napolyon yok. Bizim kahramanlar hep yerli malı.
Dediğine göre buraları kuran Talat Abi?nin ailesiymiş. Anarşi varmış eskiden bu topraklarda. Düşmanlar gelmiş önce. Toprakların sahibi de düşmanla işbirliği yapmış. Derdi tasası, kendi rahat yaşasınmış. Talat Abi?nin ailesi ortaya çıkmasaymış başıboş kalırmış buralar, gâvur zulmü altında inim inim inlermişiz. ?Şimdi nasıl inliyoruz abi? dedim bir kez Talat Abi?ye hikâyesinin tam burasında. Yüzünü ekşitip ters ters baktı bana. Gözlerini kocaman açıp kolunu ileri uzattı. İşaret parmağıyla beni gösterip ?Mihraklar! İç ve dış mihraklar!? diye bağırdı. Biran delirecek sandım.
Ah Talat Abi ah! İyisin hoşsun, nutuklarını da anladık, tamam burayı da sizinkiler kurdu, hadi içkine de eyvallah; ama şu Savaş Abi ve adamlarıyla takılmıyor musun, kan beynime sıçrıyor inan sizi birlikte gördüğümde. Senin ne işin var abi dur durak bilmeden durumdan vazife çıkaran adamlarla. Bir huzur vermediler, bir rahat bırakmadılar bizi. Tehlike altındaymışız sözde. Dış tehditler varmış, iç tehditler varmış, pilav üstü tehditler varmış, az pişmişleri varmış, mangalda kül bırakmıyorlarmış, sinsice içimize sızmışlarmış. Of, Of! Neler neler. Arkadaş benim bildiğim tehditler o kadar uzun boylu değil. Yemek sırasında önüme kaynayanlar, tatlının iyi yerini kapanlar, manzaralı odada kalanlar, bahçede, koridorda yürürken omuz atanlar, ha bir de arada bir dışarı çıkmasına izin verilenler. İşini bilen, gemisini yürüten bir takım ayılar yani. Hem o pembe haplardan, bir de Atakanlardan daha iyi tehdit mi olur?
Atakanlar buraların kabadayısı. Kafayı da fena halde geçmişimizle bozmuşlar. Çok büyük adamlarmış Atalarımız onlara göre, zaferden zafere koşup durmuşlar. Şimdi bu halde olduğumuza bakılırsa, koşmaktan yorgun düşmüşler sonunda sanırım. Bu mihrak meselesinin en yılmaz savunucuları onlar. Bir de mihrak avına çıkmaya görsünler, o zaman seyredin işte siz gümbürtüyü. Mihrakın ta kendisi olup çıkarlar.
Bir yandan yürüyorum bir yandan da düşünüyorum. Nereden bulacağım şimdi Talat Abi?nin bokunu. Savaş ve tayfasının zulasında vardır. Bizi koruyorlar ya, tayının da en tatlı yeri onlarda. Sadece kendilerinin girebildikleri yerler var. Neymiş efendim, güvenlik yüzünden herkes giremezmiş. Biliyoruz bir kere biz sizin içerde ne işler çevirdiğinizi.
?Cumhur Abi, nasılsın ya?. Ötecilerden Abdullah bu, o kadar dalmışım ki yanımdan geçtiğini fark etmemişim. ?Hayırdır, düşüncelisin.? Abdullah?a da söyleyemem ki şarap aradığımı. Öteciler içkiyi de, içeni de sevmez. Öbür tarafta nasıl olsa içeceğiz burada dişimizi sıkıverelim diye düşünüyorlar. ?Buyur abi bizim oraya gidelim, arkadaşlar çay demleyecekti?. Gidelim bakalım, belki kafayı toplar sakin sakin düşünürüm sizin tekkede. ?Şöyle sobanın yanındaki mindere geç abi, rahattır orası.? İşte böyle minderlerde miskin miskin yatıp yuvarlanıp ötelere gidecek zamanın gelmesini bekliyorlar. İşin garibi pembe haplara da, diziye, futbola da merak salmaktan geri durmazlar. Haplarını birkaç gün almasınlar, hemen huysuzlanırlar. Neymiş efendim; haplar da nimetten sayılırmış, almak gerekirmiş, yüz çevirmek olmazmış. ?E Cumhur abi, seçime gidilecek diyorlar, ne diyorsun.?
Ha seçim evet. Bu da dış mihrakların başka bir oyunu. Hayır böyle deyince, tam da Savaş Abi?nin ağzıyla konuşuyorum, kendime de gıcık oluyorum. Dış mihraklar! Savaş Abi?nin, doğaüstü bir yaratıktan, elle tutulamaz, gözle görülemez bir ecinniden bahseder gibi gözlerini kısıp sesi çatallaşarak bahsettiği dış mihraklar. Öteciler palazlanıp içimizde dal budak salmaya başladıklarından beri iç mihraklar pilavını da ısıtmaya başladı tekrar Savaş ve tayfası. Talat Abi, peşinden Atakanlar, hemen koroyu oluşturur eşlik ederler Savaş Abilere. Kıçlarını tuta tuta ?mihrak, mihrak?, diye dolaşmaya başlarlar etrafta. Arkadaş bizim neyimize seçim ya. Tımarhanede seçim mi olurmuş. Neyi, kimi seçeceğiz. Tayının en lezzetli tarafından en büyük parçayı kim götürecek diye seçim yapıyoruz resmen. Demokrasi ilacı; pembe haplarla birlikte sabah, öğle, akşam, yemeklerden önce, aç karnına alınız. Gaza, hazımsızlığa birebir. Üstüne futbol geyiği, ya da abuk subuk bir televizyon dizisi. Haydi hayırlı geceler.
Çay da güzelmiş. Ağızlarının tadını bilir Öteciler. ?Kaçak abi bu dışardan getirtiyoruz. İsmi lazım değil bir bekçi, sağ olsun sever bizi.? Bu bekçi de Öteciler?den demek oluyor. Kurmuşlar teşkilatı. Odalarında gizli gizli toplanıp ötelerden konuşuyorlar. Bir adam var, şimdi dışarıda; onun kayda alınmış nutuklarını dinliyorlarmış. Huzur saçıyormuş adam konuştuğu zaman, cennet bahçelerinden fısıltılar karışıyormuş mübarek sesine. Öteleri anladık da, bütün gün nutuk dinleyip minderlerin üzerinde yuvarlanacağınıza biraz da burayla ilgilenseniz be gülüm. Ortalığı bok götürüyor. Misafirler ya, bir çivi çakalım demezler. Alelacele kurdukları kâğıttan dünyaları, dokunsan yıkılıverecek gibi eğreti ve köhne. Göçmen çadırlarına benziyor yaşadıkları yerler. Derme çatma. Her an bozulup yola düzülmeye hazır. Zarafeti, inceliği hiç arama. Nasıl olsa ötelerde her şeyle birlikte zarafet de düşünülmüş, değil mi ya. Ne gerek var burada öyle işlere kafa yormaya.
Bu hayatı değil başkasını sevip onu yüceltenlerden geride güzellikler bırakmalarını beklemek delilik biliyorum. Yüzüme vurmayın hemen. İşin kötüsü sadece Öteciler değil, hepimiz ?benden sonra tufan? diye düşünüyoruz gibi geliyor bana çoğu zaman. E yüzyıllardır üzüm üzüme bakıyor. İçimize işlemiş bir kere.
Böyle böyle yayılıyorlar işte. Savaş ve tayfası bir tarafta, Öteciler başka bir tarafta. Talat Abi?ler kuruculuktan kaynaklanan haklarıyla hep müdahil, hep muhalif. Atakanlar da ortada, kuduz köpekler gibi her an her tarafa saldırmaya hazır. Her daim didişirler. Arada biz kalıyoruz gibi geliyor bana bazen, feci bozuluyorum. Öteciler, bu acayip yerdeki zavallı hayatımızın bir sınav olduğunu, uzakta bir zamanda, bilinmez bir yerlerde, bizi bekleyen güzel günler olduğunu iddia ediyorlar. Laf cambazlığında en iyi onlar, tatlı dille konuşup öteler vaadiyle yandaş toplamayı da, kaşlarını çatıp gözlerini kocaman açarak sakallarını sıvazlarken çatlak sesleriyle biçareleri cehennem ateşiyle korkudan tir tir titretmeyi de iyi biliyorlar. ?Sınavı geçememek de var sonuçta, ayağınızı denk alın?.
Bir zamanlar Öteciler değil Paylaşımcılar?mış bizimkileri peşinden sürükleyenler. O zamanın iç mihrakları da onlarmış. Bu pembe haplardan zenginler fazla yutuyor diye ayaklanır, koridorlarda ?yaşasın hapların hakça bölüşümü!?,?yaşasın delilerin kardeşliği!? diye bağıra çağıra yürürlermiş. Başlarda her şey iyi gidiyormuş. Genci yaşlısı, kadını erkeği herkes, her şeyin paylaşıldığı daha güzel günlerin düşüyle yaşamaya başlamışlar. Çok sürmemiş, Atakanlar çıkıvermiş sahneye. ?Eski köye yeni adet olmaz, paylaşım bizim şanlı kültürümüze uymaz, zaferlerle dolu tarihimizle bağdaşmaz? deyip vermişler de vermişler sopayı Paylaşımcılar?a. Onları destekleyenlere de tabi. Paylaşımcılar da durur mu? Her koridor, her kat paylaşılmış. Ortalık karışıvermiş bir anda. Bir de dış yardım olarak bolca silah girince binaya; ortalık kan gölüne dönmüş. Kamplaşma olmuş, kamplaşma! Kardeş kardeşi vurmuş. Paylaşımcı mısın, al sana o zaman, Atakan mı vur gözüne gözüne diye, girmiş birbirine bizimkiler. Çok canlar yanmış, çok ocaklar sönmüş. Sonunda da kabak Paylaşımcılar?ın başına patlamış. Savaş ve tayfası durumdan vazife çıkarıvermiş çünkü. Bir sabah ellerine ne geçirdilerse koğuşları basmışlar, herkesi sopadan geçirmişler. Paylaşımcılar?a da işkencenin, sopanın en hası düşmüş. Atakanlar bir şekilde yırtmış anladığım kadarıyla. Hatta sırtları sıvazlandı diyenler var. Onlar zaten Savaş Abi?lerden destekliymiş diyorlar. Bilmem ben, söyleyenlerin yalancısıyım. Savaş Abi?lere kalsa hiç öyle bir şey yok ya. Ne yaptılarsa bizim için. Hem her şey de açıklanmaz öyle uluorta, güvenlik meselesi şekerim. Tımarhane sırrı.
Baskından önce dışarıdan da izin aldıkları söylenir Savaş Abi?lerin hep. Gene şu dış yardım meselesi işte. Bazen dış yardım diye silah geliyor bazen de sopa atmak, işkence yapmak için izin. Sadece pembe haplar değil yani. Arkadaş, herkes dışardan yardım alıyor burada, Öteciler bile. Bir tek ben bir şarap yardımı alamıyorum kimseden. Gel de delirme. Ah Talat Abi ah!
?Cumhur Abi, Cumhur Abi?? Of, içim geçmiş. Ee? Kedi gibi kurulursan sobanın kıyıcığına olacağı budur. ?Seçimlerden konuşuyorduk Abi, sıcak tatlı geldi herhalde?. Konuyu seçimlere getirecek gene tabi. Cumhur uyusun soba başında, Öteci Abdullah siyaset yapsın. Pek sever Öteciler siyaseti. Ritüelleri yüzünden. Ötelere gitmek için gerektiğine inandıkları günlük ritüelleri özgür bir şekilde yerine getirmek istiyorlar. Bu Öteler güzel yer de, gitmeyi hak etmek öyle her babayiğidin harcı değil. Oturmana kalkmana, konuşmana giyinmene dikkat edeceksin. Ritüeller dışında bir de felsefesi var bu inanışın. İyi bir insan olacaksın, kimsenin hakkını yemeyeceksin gibi bir şeyler. Gel gör ki Öteciler bu felsefe mevzusunun farkında değiller. Onlar için varsa yoksa ritüeller. Demokrasinin de en yılmaz savunucuları oldular bu ritüel saplantısı yüzünden. Ah Öteler Ah! Sen nelere kadirsin. Arkadaş toplanalım da şu koridorları boyayalım desen bir tanesi gönüllü çıkmaz ortaya. Müdüriyet?in işi o derler, devlet nerede derler, yönetim uyuyor mu derler. Ama dava Öteler için ritüelleri özgürce yerine getirme davası olunca bizim Paylaşımcılar?dan bile güzel kuruyorlar teşkilatlarını.
?Talat?ın tayfa gizli gizli Savaş?larla buluşup planlar yapıyormuş duyduğumuza göre Abi. Gene ortalığı germeye çalışıyor bunlar.? Hay Allah! Yoksa Talat Abi?nin gözü döndü de içki için mi buluştu Savaş Abi?yle. Belki de seçim öncesi nabız yokluyordur. Öteciler güçlendi ya, mihrak ittifakı yapmanın zamanı geldi. Öteciler?e karşı bir aday belirlemeye çalışıyorlar. Ya da Savaş Abi aba altından sopa gösterip gene korkutacak milleti, en başta da Öteciler?i tabi. Eh, gitmişken de bir güzel kafayı çekmişlerdir tabi.
?Bizi bize bıraksınlar be Abi, halk bilir kimi seçeceğini.? Bilir bilir de halkın seçtiğinin Talat Abi?nin de, Savaş Abi?nin de hoşuna gitmesi lazım. Yoksa salarlar Atakanlar?ı üstünüze, görürsünüz gününüzü. Bizim tımarhanede işler böyle yürüyor. ?Bu seçimdeki sloganımız ?Daha fazla hap, daha fazla hak? olacak.? Günden güne güçleniyor Öteciler. Öte tarafın pembe hayaliyle bu tarafın pembe hapları karışınca bizimkilerin aklı başından gitti. Bu tarafta umduklarını bulamayınca öte tarafı kaçırmayalım bari diyorlar. Ne yapsınlar, bu dünyada gün yüzü görmediler ki. Tak başına huniyi, bütün gün dolaş etrafta. Önüne gelenle dalaşmayı, omuz atmayı, ensesine vurup lokmasını kapmayı ihmal etme. Kendinden başka birini sakın düşünme, önemseme. Çal, çırp, kır, dök, parçala; bu maçı kazan. Başkasının hakkını yerken tek kılın kıpırdamasın. İç haplarını, kur küçük dünyanı, çorban kaynıyor mu akşam, sen ona bak. Planı, programı, düzeni aklından bile geçireyim deme. Tımarhanede neyin planını yapacaksın. Bizim delileri organize etmeye çalışırken kaç kişi kafayı oynattı biliyor musun sen? Kafayı oynatmayanların da kafasını patlatırlar. Eskiden komünist derlerdi, şimdi ibne derler harcarlar seni. Kendini bir bok sananlardan sakın kendini. Ahbap, tanıdık, torpil marifetiyle bir yerlere gelmiş peş para etmez sürüyle adam var etrafta çünkü; üniformalarını giyerler, lacileri çekerler, gerine gerine dolaşırlar etrafta. Kendilerini bakan, başbakan, komutan ve bilimum kuruluş müdürü sananlar bile var. İşin garibi onlara inanıp hürmet edenler, hizmet bekleyenler de var. E normal biliyorum, tımarhanedeyiz. Sen sen ol, dikkat et bu adamlara, çarpmasınlar seni. Kimseyle hırlaşma, hırlaşacaksan da arkanı sağlama al. Yalakalık, yaltaklanma, rüşvet marifetiyle hatırı geçen bu kişilerle ahbaplık kur, hoş tut adamların gönlünü. Belki bir gün işin düşüverir, torpilin yoksa sürünür durursun. Burada bir deyim var bizim deliler arasında. ?Adamını bulduk Abi? diyorlar. Sonra da öyle dalavereler çeviriyorlar ki akıl sır erdiremezsin. Ağzından köpükler saça saça, bağıra çağıra maç izle, söv karşı takıma. Maç sırasında kavga etmeyi de ihmal etme. İstersen maçtan sonra da kavga et, kafasını gözünü patlat karşı tarafın. Deli değil misin, her şey serbest sana. Nasıl olsa pembe haplarını yutunca rahatlayacaksın. Nasıl hoşunuza gitti değil mi? Sormayın canım çok hareketli bir hayatımız var burada. Ben artık macera filmi de, acıklı film de, korku filmi de seyretmiyorum. İlgimi çekmiyorlar. Biraz sevgi filmi seyretme gereksinimim var ama sanırım.
Üzerime eğilip, korku dolu kısık bir sesle kulağıma fısıldıyor Abdullah. ?Söylentiler var Abi, bazıları hapları yutmuyormuş. İyice azıttı millet? Hah! İşte şimdi hapı gerçekten yuttunuz oğlum Cumhur. Her yerde de kulakları var, her şeyden haberdar oluyorlar. Bizimkilerden biri mi ağzından kaçırdı yoksa. Yok yok. Bizim çocuklar saftır ama aptal değildir. Yine dış yardım alıyor kesin bunlar. Şu kameralarla, yediğimiz her haltı izliyorlar dışarıdan. İçeriye bir haber uçurdular mı, tamamdır. Uyarmak gerek bizim çocukları. Yoksa bu ?Başka?ların sonu olur.
Bir süredir bizler, yani hapları yutmayı reddedenler, geceleri el ayak çekilince gizlice buluşuyoruz bodrum katında. Başlarda amacımız birbirimize destek olmaktı sadece. Hapsız geçen ilk günler çok zordu çünkü. Yıllarca hapların pembe dünyasında yaşayınca, şuurunuzun üzerindeki perde kalkıp da etrafta gerçekte neler olup bittiğini gördüğünüzde, bir korku filminin ortasında buluveriyorsunuz kendinizi. Haplarını almayı reddeden birini tanımanın yolları vardır. Hatta ?Bir Başka?yı nasıl tanırsınız?? diye bir el kitapçığı yazdık, el altından dağıtıldı. Haplarını almayı reddedenlere yardım eden, bodrum kat toplantılarına katılmaya başlamadan önceki rehabilitasyon süreçlerini takip eden küçük bir grubumuz bile var.
Başkalaşmak zorlu bir süreçtir, başarı şansı da azdır. Hapları almadığınız ilk birkaç gün sersem gibi olursunuz. Başınızın üzerindeki sis perdesi yavaşça aşağı inmiş, boynunuzu sıkıp durmaktadır. Nefes almak için ağzınızı sonuna kadar açıp diliniz dışarıda, amaçsızca dolaşırsınız etrafta. Önünüze gelenle dalaşmaya, bağırıp çağırmaya devam edersiniz ama, gerçekle iletişim kurmaya da başlamışsınızdır artık. Sis perdesi gittikçe aşağı iner, indikçe de rezillik bütün acımasızlığıyla ortaya çıkar. Gördükçe deli olursunuz. Dehşeti yaratan delilik geride kalmış, yerini, etraftaki rezilliği görmek, hiçbir şey yapamamak, çekip gidecek bir yeri de olmamaktan kaynaklanan, içe dönük bir deliliğe bırakmıştır artık. Genelde kuytu bir yer bulup saklanır acemi Başkalar. Gözlerini kocaman açıp korkuyla etrafa bakarlar. Kafalarını da gördüklerine inanmak istemez gibi iki yana sallarlar durmadan. Zaman zaman da iç paralayıcı çığlıklar atarlar. Etraflarında olup biten dehşetin bir zamanlar parçası olduklarını düşünmek çıldırtır onları. Sonunda bir tımarhanede bile deli damgası yiyecek kadar garipleşirler. Genellikle de bu yüzden yakayı ele verirler. Haplarını yutmadıkları anlaşılınca yoğun bir ilaç yüklemesiyle kafalarının üzerine yine o kesif sis perdesi yerleştirilir. Eskisi gibi, şuursuzca, oraya buraya saldırmaya devam ederler yeniden.
Ritüel vakti gelmeseydi biraz zor kurtarırdım Abdullah?tan yakamı. Coştukça coştu, bir halk devrimi lideri gibi konuştu durdu. Öteki dünya için bu dünyada devrim. Şahane bir fikir.
Acele etmeliyim. Bir an önce haberdar etmeliyim bizimkileri. Bu geceki toplantıyı yapmasak daha iyi olur sanırım. Aslında en iyisi bir süre toplanmamak. Haplarını yutmayanların olduğu dedikodusu bir yayılmaya başladı mı herkes tedirgin olacak. Savaş Abi?ler durumdan vazife çıkarmaya bile niyetlenebilir. Bizden bu kadar korkmaları bana hem komik, hem trajik geliyor. Alt tarafı haplarımızı yutmuyoruz yahu. Hapları yutmamak, yutmamayı başarmak ne kadar büyük bir eziyet, ne büyük bir bedel farkında değiller.
Ne yapalım biz de, yani pembe haplar olmadan yaşamayı başaranlar da, karanlık nemli bodrum katında, eskiden delilerin şokla tedavi edildiği günlerde kullanılan, bir zamanlar Savaş ve tayfasının da kullandığından emin olduğum işkencehane kılıklı küçük bir odaya sığınıyoruz, etraf sessizleşip pembe haplar bizimkiler üzerindeki gece oyunlarını sahnelemeye başladığında. Tavandaki kalorifer boruları arasındaki örümcek ağlarının motiflerini izleyerek ve farelerin dalaşırken çıkardıkları korkunç seslere kulaklarımızı tıkayarak zirvesindeki sis perdesini dağıtmış aklımızın berraklığından yararlanıp dünyaya yeni bir gözle bakmaya çalışıyoruz. Düşler kuruyoruz birlikte, düşlerimizi anlatıyoruz birbirimize. Başka hayatlar, başka yerler, başka insanlardan konuşuyoruz. Yazarlar, şairler var aramızda, sığınağımızın kasvetli havası pembe hapların esaretinden kurtulmuş öykülerle, şiirlerle dağılıyor edebiyat toplantılarının olduğu geceler. Bazı geceler de kalorifer borularıyla, bir zamanlar bina boşluğuna bakan pencereyi gizlemek için kullanılmış, şimdi dağılmaya yüz tutmuş jakuzinin her çeşit parçasıyla, köşedeki metal çöp kovasıyla yapılan bir müzik örümcekleri ürkütüp, fare seslerini bastırıyor. Geçenlerde piyanist olduğunu iddia eden bir kadın bile katıldı aramıza. Piyanomuz yok tabi. Ama orkestra şefimiz olmayı kabul etti. Uzun ince parmaklarının arasına zarifçe iliştirdiği eski tahta bir copu baton niyetine sallayıp kafasını ağır ağır sağa sola çevirerek huzur içinde yönetiyor bizim müzisyenleri.
Yılların açlığıyla düşünüyor, üretiyor, paylaşıyoruz birlikte. Utangaç seslerimizi el birliğiyle çıkarttığımız mütevazı bir dergiyle yukarıdakilere bile duyurmaya çalıştık. Talat Abi, ele avuca sığmaz bir çocuğun hınzırlığını görmezden gelen tatlı bir gülümsemeyle dergiyi yana koyuyor hemen. ?Ne güzel şeylerle uğraşıyorsun yahu Cumhur? diyor. ?Buraların böyle insanlara da ihtiyacı var?. Kafası ne kadar dumanlı da olsa kapağını açıp, tek kelimesini okumayacağını biliyorum oysa.
Daha köşeyi dönmeden duyuyorum seslerini. Coşkuyla dehşet karışımı bir sesle ortalığı çınlatıyorlar. Davul zurna sesleri, marş gibi ritmik gürültüler, el çırpmalar, yaşa varollar. Aralarda şair, yazar, şarkıcı, müzisyen kelimeleri çalınıyor kulağıma. Toplu bir hezeyanın karmaşık, ürperten nağmeleri. Adımlarımı sıklaştırıyorum. Yaklaştıkça belirginleşiyor sesler. ?Her şey vatan için?, ?müzisyenin kralı milletinin aslanı?, sonra ?en büyük şair bizim şair?, ?Bayrak düşmez öykücüler ölmez?. Bir sürü de canhıraş haykırış. Köşeyi döndüğümde gözü dönmüş kalabalıkla burun buruna geliyorum. Herkes burada. En önde Talat Abi?ler, sonra Savaş Abi?ler, Atakanlar, Öteciler. Paylaşımcılar bile bir köşeden mahçup bakışlarla süzüyorlar beni. İyidir Paylaşımcılar, aralarından az Başka çıkmadı. Savaş Abi?nin tayfa mitingin esas oğlanı sanırım. Bir yandan coşkuyla bağırıp çağırıyor, bir yandan da etrafı kolaçan ediyorlar ev sahibi edasıyla. Bütün gözler çakmak çakmak, ellerde bayraklar, bizim Başkalar da omuzlarda. Korkmuşlar, ürkek ürkek bakıyorlar etrafa. Talat Abi en babacan tavrını takınmış, gülerek yaklaşıyor bana. Bağrışlar, çığlıklar duruyor bir anda. Herkes dikkat kesiliyor. ?Senin arkadaşları bakan yapacağız, kabul ettiler. Çok büyük hizmetleriniz dokunacak buraya?. Eğilip alnımdan öpüyor beni. Çaktırmadan kulağıma fısıldıyor bir yandan da, ?Bir daha haplarınızı yutmadığınızı duyarsam kırıveririm kafanızı?. Dönüp kalabalığa her şey tamam gibilerden bir işaret yapıyor. Sonra yine kulağıma eğilip ?Hadi be Cumhur, hem daha kolay şarap bulursun bana artık ? diyor. Tekrar dönüyor kalabalığa, bir orkestra şefi gibi iki elini havaya kaldırıyor heyecanla. Kalabalık hep bir ağızdan başlıyor haykırmaya. ?Cumhur başkan, Cumhur başkan, Cumhur başkan??
Bu hikaye ilk olarak 24 Ağustos 2008’de Milli İstirahat’ın 13. sayısında yayınlanmıştı…
Discover more from Erkan's Field Diary
Subscribe to get the latest posts sent to your email.