Resmi siyasetin sığlığında
Günümüzde siyaset yapma çoktandır siyasetin tekelinde değil, siyasetin tek yolu da meclise seçilmek değil. Aslında Türkiye toplumu bu gerçekleri biliyor ve bilfiil meclis dışında, çeperde siyaseti yıllardır tecrübe ediyor. Bunun en veciz örneği çeperden gelen AKP?nin ta kendisi değil mi? Bütün bu birikime rağmen, sorunların ancak başbakan olarak, tepeden çözüleceğine inanan az değil buralarda. Dolayısıyla yine, ister istemez bildik seçim havasına girildi ve yine dolayısıyla 12 Haziran?a kadar sürecek kâbus üzerimize çöktü. Meydanlar kâh gerçek kitlelerle kâh bindirme kıtalarla dolup taşıyor; sonoları sonuna kadar açık minibüsler gürültü kirliliğine kirlilik katıyor; sokaklar ne mana ifade ettiği belirsiz gudubet flamalarla donatılıyor. Görüntü kirliliğinin daha arkası gelecek. Bizim taksi şoförü soruyor: ?Kim flamaya göre oy atar ki??
Başaktörler hep aynı: Parti başkanları! Dikkat edilirse BDP?nin dışındakiler ve başta Bahçeli, Erdoğan ile Kılıçdaroğlu mitinglerde hep tek başlarınalar. Milletin vekilleri ise çoğu zaman vekili olacakları illerle hiçbir bağları olmaksızın başaktörlerin arkasına dizili figüranlar. Filmlerde nasıl figüranların adı yoksa onların da adı yok. Küçük iller dışında siz hiç üç büyük partinin adaylarının adının edildiği bir miting biliyor musunuz? Hele, mitinglerde başkanlar dışında bir vekil adayını konuşurken duydunuz mu?
Esasen seçildiği ilde yaşayan insanları temsil etmek ve ilin sorunlarını meclise taşımakla görevli olan vekillerin yasama dönemi boyunca bizzat giriştikleri yasal faaliyetlere TBMM websitesinden bir göz atın. Ya hiçbir faaliyet yoktur, olduğu zaman da seçim bölgesiyle pek alakası yoktur. Zira aşırı merkeziyetçi yapı resmî siyaseti de tahkim etmiştir. Vekil, bölgesiyle ilgili sorunları hatır/gönül usulüyle ve nüfuz kullanarak çözmeye çalışır.
Gelelim mitinglere. Bağırış çağırışın içeriğine bakıyorsunuz, temel konulardan eser yok: Yeni anayasa, Kürt sorunu, fütursuz kalkınma? Ama asabiyet, öfke, ayar, fırça, dalaş, hakaret ibadullah. Kılıçdaroğlu ki sesini yükseltmeden konuşan sakin ve munis bir siyasetçiydi, bakıyorsunuz sesini diğer ikisinin sesiyle akort etmeye çalışıyor, üslubunu da öyle. Seçmenin efelenene, sert olana teveccüh ettiği tek doğru bellenmiş bir defa.
Geçmişin diliyle geleceği düşünmek
23 Nisan?ın bu sefer seçim kampanyasına rastlaması resmî siyasetin değişmez dil ve üslubunun tohumlarının nerelerde yeşerdiğinin ipuçlarını veriyor. Bu yılki 8. dönem ?Türkiye Öğrenci Meclisi?nin 81 ilden gelen öğrenci temsilcileri önce yaklaşık bir saat ant içmiş. Ardından yapılan siyasî konuşmalarda, misâlen, ?İstanbul Öğrenci Meclisi Başkanı?: ?Bu ülke için gerekirse sınır boylarında seve seve canını verecek, gerekirse de bilimsel ve sosyal alanda yapılacak çalışmalara en samimi duygularla katılacak olan bizleriz? demiş. ?Çocuk Başbakan? ise: ?Büyük bir milletin çocukları olduğunuz hissiyatıyla hareket ediniz ki yarının büyük Türkiyesini inşa ediniz. Yarının büyük Türkiyesi sizlerin omuzlarında büyüyecek, tıpkı dedeleriniz, atalarınız gibi adım atacak ve özlediğimiz büyük Türkiye?yi inşa edeceksiniz.? Başbakanlaşan oğlan çocukları ve Asenalaşan kız çocuklarının buram buram hamaset kokan kafa karışıklığı onların kaleminden mi yoksa onlara koçluk yapan işgüzarların kalemlerinden mi çıkmış bilinmez. Geleceği böylesine geçmiş bir dil ve üslûp ile betimlemek ihtiyarların işi olmalı diyelim.
Bu arada çocuk başbakanın bahsettiği, ?özlediğimiz büyük Türkiye?nin inşası? için çocukların büyüyüp başbakan olmasına gerek kalmadı. Başbakan sağolsun öyle bir mevzuu attı ki ortaya, 12 Haziran?a dek artık başka bir konuya yer bırakmadı. Hazırlıklarının çok gizli yürütülmesinden kıvanç duyulan, çılgın Türklerin çılgın projesi (ÇP) tepeden inen siyaset anlayışına bulunmaz bir örnek. Ama endişeye mahal yok: ÇP?nin, ciddî bir vakit ve nakit kaybından sonra sivil siyasetin ve Karadeniz ile Ege?ye kıyısı olan ülkelerin itirazları sonucunda proceler mezarlığını boylaması gerçekleşmesinden daha olası? Denizlerin yerini değiştirmeye soyunan resmî siyasetin sığlığı böyle bir şey işte.
Bu yazı ilk defa Vatan gazetesinde 28 Nisan 2011’te yayınlandı. Yazarın izniyle burada da yayınlanıyor.
Discover more from Erkan's Field Diary
Subscribe to get the latest posts sent to your email.