Galip İsen: KUTSAL AHIRLAR YA DA İNEKLERİN MABEDLERİ

http://www.doganhisarhaber.com/wp-content/uploads/ahir.jpg

KUTSAL AHIRLAR YA DA İNEKLERİN MABEDLERİ

GALİP İSEN

Bazı topraklar, kudsîdirler. Semavi kudretlerin ihsanları neticesi değil, insanlar, tarihi yaratırlarken, inançlarını da oralarda ürettikleri  için mukaddestirler.

 

Tarih yaratılırken, sadece hakim toplulukların değil, farklı bireylerin inançlarının, anı ve tecrübelerinin vatanı da olabilen topraklar ise, birkaç kez kudsîdirler.

Ismi ile müsemmâ, Kudüs’ le birlikte, yeryüzünde böyle bir çoğul kudsiyet iddia edebilecek başlıca ülke, Anadolu’dur.  Sardis?teki Museviliğin bilinen en eski mabedi, Bakire Meryem’in Efes?teki son evi Anadolu’ dadırlar.  Havari Pavlus’un ayak izleri, İlahiyatçı Yahya’nın Patmos?tan getirip, Selçuk?ta ebedî istirahatine yatana dek akıttığı gözyaşları, Sinan’ın camileri, Hırka-i Saadet, bu toprakların tarihin belleğinden süzülen mukaddes süsleri olagelmişlerdir.

Yüzyıllardır, dine dayalı bir devlet olan Osmanlı’nın devrinde bile, Istanbul ve Anadolu’nun ufuklarında sinagoglardan, kiliselerden, uzun minareli camilerden, ortak bir tarihin insanlarının, farklı dillerden yakarışları, aynı semaya yükselmiştir.

 

Tarihî ve kültürel mozayiğimizin en parlak taşlarından biri, ülkemizin çok-dinliliğidir. Bugünün çoğulcu dünyasında, böylesine rengarenk bir mozayik, bir toprağın en büyük gurur madalyasıdır.

***

Ne yazık ki, son asır içinde, Türk toprağında hâkim inancın dışında kalan nüfus, birkaç milyondan sadece birkaç bine kadar gerilemiştir.  Mozayik, eprimiş, solmuştur. Bu demografik gerçek, Anadolu’nun egemen dinine inananları, iki seçeneğin çatalında bırakmaktadır.

 

Birinci seçenek, “Defolsun gâvurlar, yere batsın kiliseler, havralar,” yaklaşımını benimsemektir. Bu yaklaşım, kalabalığın kaba gücüne dayalı bir zafer nârasından ibarettir. En once de, hâkim inancın kitabındaki “hak dinlerin hakkına saygı” emrini yadsımaktır. Fatih’in Istanbul’a Ermenileri, Rumları özellikle çağırmasını, Kanunî’ nin İspanyol Sefarad’ larına kucak açmasını unutmak; Anadolu’ nun tarihini inkâr etmektir. Doğrunun ancak farklı olan karşısında sınanabileceğini kanıtlayan tarihî diyalektiğe, kapalı sistemlerin daima  yozlaştığını gösteren sibernetiğe, mutlakiyetlerin er-geç kendi relativitelerini yaratacağını öngören aklın ışıklarına gözlerini yummaktır.

 

İkinci seçenek, egemen dinin yoka yaklaşan inanç çokrenkliliğinin hiç değilse kalan anılarına ve değerlerine, kendi müsamahâsının gurur kaynakları olarak sahip çıkmasıdır. Yüzyıllarca, ortak bir semâya farklı dillerden yakaran Anadolu insanlarının, ruhlarının bir parçasıyla birlikte burada bırakıp da gittiklerine, kendi ululuğunun bir simgesi sayarak el uzatmasıdır.  Kudsîyetin, dinlerin ötesinde varolan evrensel boyutuna gönlünü açabilecek kadar kendinden ve inancının sağlamlığından emin olabilmesidir.

 

Egemen dinin mümînleri, Osmanlı’nın bırakıp da gelmek zorunda kaldığı topraklarda terkettikleri anılarına nasıl davranılmasını istiyorlarsa; Anadolu’ da farklı dillerde, farklı mabedlerden yakarmış eski komşularının bırakıp da gitmek zorunda kaldıklarına, aynı saygıyı göstermekle yükümlüdürler.

***

Anadolu’ nun her köşesinde, mozayiğin parladığı günlerde, dinî tayfın farklı renklerinden duaların yükseldiği terkedilmiş bir havra, ya da yıkılmış bir kiliseye rastlarsınız. Tanrı aşkı için kurulan mâbedlerde, sunaklardan saman yiyen büyükbaş hayvanlar görürsünüz. Naif parmakların, iman ve sevgi ile resmettiği fresklerin üzerine kazınmış türlü arabesk ve porno literatürü okursunuz. İstanbul?da, İzmir?de, Mersin?de, Antakya?da ya da Bodrum’ daki gibi, yerel mimarinin olduğu kadar, çok ırklı, çok renkli bir toprağın çok yönlü kudsîyetinin canlı göstergesi kiliselerin yerine de devlet eliyle veya icâzetiyle kondurulan beton gudûbet yığınlarına şaşarsınız.

 

***

Ve, mutlaka yapabileceğiniz bir şey vardır.. “cehennem olasıca gâvurlar” deyip, arkanızı dönebilirsiniz. Ama, terketmiş olduğunuz size ait mukaddes anılara “yere batsın” diyebilecek olanlara da, bütün kapıları açarsınız.

 

Ya da, Anadolu’nun büyük tarihinin vârisleri olarak, semâdan akseden inanç tayfının, pek az toprağa nasîb olan renk zenginliğine karşı sorumluluğunuzu kabullenirsiniz. Tarih içinde, bu toprağın kudsîyetini yaratan insanların yaşayan nesli olarak, Anadolu’nun bütün mukaddeslerine sahip çıkarsınız.

 

Ortak tarihimizin çoğul kudsîyetini, harap kiliselerin metrûk sunaklarından saman yiyen ineklere bırakmazsınız.


Discover more from Erkan's Field Diary

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Leave a Reply

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.