İçindeymişik, yeşilmişik…
1983 yapımı bir film var. İsmi ?The Day After?[1]. Bir nükleer savaş sonrası insanların hayatta kalma mücadelesini anlatıyor. Sanırım 1984 yada 1985?ti; ben de küçük bir çocuk olarak TRT?de seyretmiştim. O sıralar Sinop?ta, Amerika?ya ait bir üssün kıyısında ve Sovyetler Birliği?ne yakın bir noktada yaşadığımızdan mıdır bilmem film beni çok etkilemişti. Aman dedik mahalledeki çocuklar olarak, inşallah nükleer savaş filan çıkmaz.
Hemen sonrasında, 1986?da Çernobil oldu. Savaş filan yoktu ortada. Bir bulut vardı. Önce İsveç, Norveç tarafına doğru gitmiş, sonra Almanya üzerinden Balkanlar?a inmiş, Edirne?den ülkeye giriş yapmıştı. Yağmur yağarsa radyoaktivitenin toprağa karışacağı konusunda uyarı yapıldığı günü hatırlıyorum. Gene Sinop?taydım. Sokakta arkadaşlarla oynuyorduk. Kapalı, basık bir gündü. Kafamızda radyoaktif bulutlar dolaşıyordu. Yağmur atıştırmaya başlar başlamaz tüm çocukların evlere kaçıştığını hatırlıyorum. Camdan bardaktan boşanırcasına yağan yağmuru izlerken korku dolu gözlerle topraktan dumanlar çıktığını gördüğümü hiç unutmam. Büyük olasılıkla dumanlar küçük bir çocuğun hayal gücüydü ama yağmur da taşıdığı radyoaktivite de gerçekti. Zamanın Sanayi Bakanı pişkin pişkin ince belliden çayını yudumlasa da o sıralar çayın da radyoaktiviteye maruz kaldığını bugün artık biliyoruz.
1988?de artık Sinop?tan taşınmıştık. Ailecek hem şehri, hem de şehirdeki arkadaşlarımızı çok sevdiğimizden yazları tatilimizi geçirmek için giderdik gene de. O yaz da üzerlerinde ?R? harfi bulunan kuru kafa resimli yuzlerce varil Sinop ve Samsun sahillerine vurdu. Sanırım Ağustos ayıydı. Kaldığımız çadır kampının kahvesinde televizyondan variller ile ilgili haberleri tüm kamp sakinleri olarak izliyorduk. Sonrasında da kayalara çarpıp duran varillere bakmak için kıyıya koşuyorduk tüm çocuklar birlikte.
O sene, variller çıktıktan sonra aile meclisi kararıyla biz üç kardeşin denize girmesine izin verilmedi. Plajı çevreleyen tellerin arkasından denize giren gamsız yurdum insanına üç kardeş birlikte üzüntüyle baktığımızı hatırlıyorum. Birden belediyeye ait olan kampın hoparlörlerinden bir ses duyuldu. ?Sayın Sinop?lular. İl Sağlık Müdürlüğü?nden yapılan açıklamaya göre varillerde sağlığa zararlı bir maddeye rastlanmamıştır? Denizdeki onlarca insan ?heyo? diye bağırıp alkışladı. Hala, acaba yapılan anons gerçeği, yani varillerin sağlığa zararlı madde içerdiğini söyleseydi denizdeki insanlar ne yapardı diye düşünür dururum. Sanırım bu benim ?yurdum insanı? ve irrasyonel davranışlarıyla ilk karşılaşmam oldu .
Varillerin Sovyetler Birliği?nden geldiğini ve içlerinde radyoaktif madde olduğunu düşündü herkes. O zamanlar Stalin?in ve temsil ettiği ?insanlıktan çıkma pahasına Sosyalizm? anlayışının bir sonucu olarak her türlü pislik Sovyetler Birliği?nden gelir diye bir anlayış vardı. Yıllar sonra hayli teknik konulara yönelmiş eğitim ve çalışma hayatımı, çocuklukta yaşadığım bu travmalar sonucu olarak, bilim ve teknolojinin sosyolojisi ve çevre konusuna yönlendirdiğimde en azından bu sefer belanın Sovyetler Birliği?nden gelmediğini öğrenmiş oldum.
Çok sevdiğim Karadenize, Sinop?a ve insanlarına hüzünlü bir teşekkür olarak kabul edilmesi umuduyla yüksek lisans tezimi, bu ?zehirli variller? üzerine yaptım. Öğrendim ki, variller İtalyanlar?ınmış. Türkiye?den bir kaptan yönetimindeki Bulgar bandıralı bir gemi tarafından batmaları için kurşunlanarak denize atılmışlar. Kim kurşunlamış olabilir bu kadar varili; onu da sizin hayal gücünüze bırakıyorum. İçlerinde radyoaktif madde yok. Sağlığa zararlı, kanserojen yüz çeşit kimyasal madde var sadece. İtalya, dünyanın başka ülkelerine zahirli atıklarını savuran başka gelişmiş ülkeler gibi atıklarını geri almayı hala kabul etmiyor. Bir gün Boyabat yolundan Sinop?a gelirseniz, İsfendiyar dağlarının tepesine ulaşıp güzel bir yaylaya geldiğinizde, yolun sol tarafındaki yeşil boyalı binayı gözden kaçırmamaya çalışın. Variller o binada tutuluyor.[2] Arkasındaki yaylada yüzlerce ağaç kuruyup gitti. Yakındaki ?Soğuksu? köylüleri geceleri peşpeşe devrilen ağaçların gürültüleriyle uyudular bir süre. Sanırım artık toprağa karışacak bir kimyasal madde kalmamıştır içlerinde.
Bütün bunları neden anlatıyorum. Geçtiğimiz Cuma Japonya?da çok şiddetli bir deprem oldu. Japonya depremler konusunda en ileri yapı ve erken uyarı sistemlerine sahip olduğu ve deprem bir dakika önceden, tsunami de Fukushima kıyıları için bir saat önceden bilinip alarm verildiği halde yüzlerce insan öldü, yüzlercesi de kayıp. Sovyetler Birliği?nin dandik teknolojisiyle değil batının çok gelişmiş teknolojisiyle inşa edilip işletilen nükleer reaktörlerde, nükleer yakıtın kontrölden çıktığına dair ciddi korkular var. Reaktörlerde patlamalar oluyor, yüzbinlerce kişi bölgeyi terketmeleri için uyarılıyor. Gene bulut haberleri çıkmaya başladı. Rüzgar Fukushima bölgesinde batıdan doğuya doğru esiyormuş. Bu yüzden radyoaktivete bulutu, Pasifik Okyanusu üzerinde dağılacakmış. Oh, ne kadar rahatladım bilemezsiniz.
Brian Wynne isimli akademisyen ?May the sheep safely graze? isimli makalesinde nükleer reaktörlerin çevreyi kirletmek için mutlaka patlamalarla ortaya çıkan nükleer sızıntılara ihtiyaç duymadıklarını anlatır. İskoçya?da bir nükleer reaktör yakınında yaşayan köylülerin, hayvanlarında gözlenen yüksek radyoaktivite seviyeleriyle ilgili olarak nasıl senelerce ?Çernobildendir şekerim? diye kandırıldığını anlatır. Kanser oranlarının, sakat bebek doğum oranlarının hiç nükleer sızıntı yaşamayan nükleer reaktör çevrelerinde hep yüksek olduğunu söyleyerek yazısını bitirir.
Şimdi Akkuyu ve Sinop?a yapılacak nükleer reaktörleri düşünün. Japonlar?dan hayli gerilerde olan teknolojik ve bilimsel birikimimizi göz önüne alın. Toplum olarak tehlike konusundaki aymazlığımızı ekleyin. Johann Sebastian Bach?in ?Sheep may safely graze? isimli eserini dinlemek için gerekli hazırlıkları yapın[3]Gözlerinizi kapatın, ve biz koyunların iki nükleer santralin gölgesi altında güvenle otlayabilmemiz için dua edin. Teşekkürler.
[1] http://en.wikipedia.org/wiki/The_Day_After
[2] Bir rivayete göre İtalya?ya geri gönderilmişler. Fakat bu işlerle uğraşmaya başladığımdan beri taşınmışlar, taşınacaklarmış laflarını defalarca duymuşluğum var. Bu sefer umarım doğrudur.
Discover more from Erkan's Field Diary
Subscribe to get the latest posts sent to your email.