Bir süredir canım sıkıldıkça Türk vatandaşlarından vize istemeyen ülkelerin listesini çıkarıp internette araştırma yapıyorum. Ne de çok ülke varmış adını bile duymadığım ama bizden vize istemeyen. Neyse, uzatmayayım, (isteyen mfa.gov.tr?den bulabilir bu ülkeleri) Polonya?dan döndüğümden beridir uzak mesafeler gözümü korkutuyordu. Her ne kadar eğlensem de; otostopla bir yerlere gidip birilerinin evinde kalmak, süpermarketlerden, esnaf lokantalarından beslenmek çok yorucu oluyor ve dönüşte en az bir haftayı yatakta geçirmeme neden oluyor. Bu kez bir yerlere gitme fikri Pegasus?tan gelen bir maille çıktı ortaya ve uzun süredir gözümü diktiğim Orta Doğu?ya bir gezi yapmayı planladım. Söylemesi ayıp 140 liraya 3-4 ay öncesinden uçak bileti buldum ve plan yapmadan hemen satın aldım. Malum, Arap ülkeleri vize istemiyor bu cici komşularından. Hedef Lübnan, Ürdün ve Suriye?ydi. Acaba bu genç adam ve sevgilisi bu turu tamamlayabilecekler miydi? Az sonra…
Açıkçası son güne kadar plan yapmadım yine. Birkaç yerden gezi yazıları okudum fakat beni pek tatmin eden çıkmadı aralarından. Her zamanki gibi öncelikle Couchsurfing (CS)?de kalacak ev aramaya koyuldum. Bilmeyenler için söyleyeyim: CS, tanrı misafiri kavramını hayata geçiren insanların bulunduğu bir site.Misafir ediyor ya da ediliyorsunuz. Bu konuda daha sonra detaylı bir yazı yazacağım… Bir grup insana konaklama konusunda mesaj attıktan sonra hava durumuna, şehirler ve ülkeler arasındaki uzaklıklara ve gidilmesi gereken yerlere baktım detaylıca. 21?i akşamı Beyrut?ta olacak, 28?i sabahı İstanbul?a uçacaktık. Bir haftalık güzergah planını yaptıktan sonra emektar backpack?imi hazırlamaya koyuldum…
Karnım çok aç, uçaktayım fakat lanet Pegasus her şeyi parayla satıyor. Ahh nerde o lale desenli, san?at musikili THY uçakları diye bir iç geçirdim. Beyrut?a inince yeriz artık. Neyse, rahat bir uçuştan sonra Beyrut?a doğru inişe geçmeye başladık. Uçuş iki saate yakın sürüyor. Bir an denize iniş yapar gibi bir manevra yaptı uçak, meğer havaalanı deniz manzaralıymış. 🙂 Çantalarımızı alır almaz çıktık kapının önüne. Daha önce internette taksilerin çok pahalı olduğunu okumuştum. Bir anda taksiciler üşüştü başımıza taksi diye. Ben direkt Arapça hayır diyerek hafiften uzaklaşıp bir yandan da pazarlık moduna girmeye başladım. Fiyat 50 dolardan açıldı fakat bunu yemek için mal olmak lazımdı. Eğer Beyrut?a ilk kez gidiyorsanız ilk yiyeceğiniz kazık taksicilerden olacaktır. Birkaç kişiyle yarı İngilizce yarı Arapça pazarlığın ardından on dolara bağladım işi. (Daha sonra öğrendim ki uçaktaki birkaç Türk ?çok iyi bi pazarlıkla? 25 dolara indirmişler :)) Adam bizi adrese götürdü, birkaç dolar daha dilendi resmen, ben de verdim o kadar benzin pahalı diye ağlayınca. Lübnan parasıyla Türk parası neredeyse aynı, dolar bozunca 1,5 ile çarpılıyor.
Couchsurfing?den bizi misafir etmeyi kabul eden Naji?yi beklemeye koyulduk söylediği yerde. Fakat elimi cebime atıyorum, tüm notları yazdığım, Naji?nin telefon numarasının da bulunduğu küçük defter yok. Deli olmak üzereyim, bulamazsam durum fena. Kardeşime mesaj attım ve CS hesabıma girip bana iletti numarasını. Sonra defter cebimde çıktı bir de. Bu kez de verdiği numarayı ne kadar aramayı denesem de bir türlü aranmıyor, hep hata veriyor. Dayanamayıp köşedeki büfede yemek yiyen gençlere sordum nasıl aramam gerektiğini. Nihayet geldik diyebildim arayıp ve beş dakika sonra tek kapı spor bir Mercedes bizi almaya geldi. Bu arada Naji çok şeker birisi, tek başına yaşıyor ailesinin şehirdeki evinde. Grafik tasarım bölümünde okuyor. Evi gerçekten güzel. Eşyalarımızı bırakıp sohbete koyuluyoruz. Bizim söyleyemediğimiz, Naji?nin geç söylemeyi akıl ettiği soru geldi: Aç mısınız? Evet, deli gibi açız ikimiz de. Dışarıda bir şeyler yiyelim dedik ve yola koyulduk. Sokaklarda inanılmaz bir sessizlik var, şehir ölü. Ülkede kriz var. Şehrin en turistik yeri olan Downtown?a gidiyoruz, yol boyunca mevzilenmiş tanklar ve askerler var. Bir an zaman konusunda çok hatalıyız diye düşündüm ama ortada pek ciddi bir şey yoktu. Askerler büyük bir binada bulunan Birleşmiş Milletler yetkililerini koruyordu.
Yeri gelmişken anlatayım, eski başbakan Refik el-Hariri 2005 yılında bir suikastle, 1 ton TNT?nin patlatılmasıyla öldürülmüştü. BM?nin geçen ay yayınladığı raporda Hizbullah?ın parmağı olduğuna dair iddialar var ve Hizbullah bunu reddediyor. Kıyamet oradan kopuyor işte. Hizbullah ülkenin güneyinde mevzilenmiş durumda. Naji?ye göre onları esas koruyan Hizbullah ordusu. Oğul Hariri ülkenin başında şu an ve biz gittiğimizde o da Türkiye?deydi.
Downtown?a indik, fotoğraflarda görülen cıvıl cıvıl sokaklar bomboş. İki-üç kafe açık fakat sadece 3 masa var. İçimden ?Oğlum s.çtın, kesin savaş çıkacak. Eh, savaş fotoğrafçılığı istiyordun, al başına belayı!? diye geçiriyorum, bir yandan da bu güzel şehre ne yazık olur diye düşünüyorum. Şehir iç savaştan sonra tamamen yeniden inşa edilmiş. Edilmeyen kısımlar var tabi, orada oturan insanlar da var. Elektrikleri bile yok, savaştan çıktıkları halde aynı evlerde yaşamaya devam ediyorlar. Beyrut garip bir şehir, aşırı lüksle aşırı sefaleti bir yolun iki ayrı tarafında görebiliyorsun. Yemekler gelene kadar Naji?yi soru bombardımanına tutuyorum ülke hakkında. Yan masada iki kokoş kadın var, garsonlar onlarla ilgileniyor. Naji de yüksek sesle ?Her yerde bir Lübnan masası vardır, garsonlar ilk onlara bakar.? diye anlatıyor. Yemekler yendi, nargile içildi. Bir tabak tavuk şiş ve kafta aarayes yani gelin köftesi denen bir yemeğe toplam 34 dolar ödeyerek yemeğin iyice mideye oturmasını sağladık. Hesaplarıma göre Beyrut?ta bir hafta kalsak konsolosluktan borç para istemem gerekecekti.
Eve döndükten sonra bir süre daha muhabbet edip uykuya koyulduk. Derin bir uykudan sonra güzel, güneşli bir güne açtık gözlerimizi. Kahvaltıda Naji?nin favorisi manouche (man?uşe) yiyeceğiz. İkimiz dışarı çıkıp manuşe almaya gittik. Manuşe bizim lahmacun gibi şeklen fakat peynirli ya da beyaz susam ve sumak içeren fesleğenli olarak satılıyor. Gerçekten süper tadı var. Kahvaltının ardından şehir turuna başladık. Yine ilk durağımız Downtown. Gece gördüğümüz gibi değil, kafeler canlı, turist var çok sayıda. Meydanın ortasında saati Rolex tarafından hediye edilmiş bir saat kulesi var. Birkaç sokak ortada birleşiyor ve kafeler, restoranlar var. Downtown?dan sonra bir alışveriş merkezine doğru ilerledik ve buradan da sahile doğru yol aldık. Bu arada Beyrut?un her yerinde çok lüks ürünler satan mağazalar var. Neyse ki girip fiyat bakmıyoruz. Bir tişört parasına Arap ülkelerinde bir hafta tatil yapmanın mutluluğu var içimde. 🙂
Şehir baştan sona yenilenmiş dedim ya; binalar çok modern. Mimari düşündüğümün ötesinde. Her adım başı fotoğraf çekiyorum, adamlar güzel inşa etmiş. Korniş bölgesine doğru yürüyoruz. Korniş, sahil tarafı Beyrut?un. Tabi oraya gelmeden önce daha yukarılardan sahile yakın yürüyoruz. Çok büyük ve lüks oteller var o civarda. Marinanın dibindeyiz. Duvarlarda ilanlar var. Beyrut BBC tarafından mı ne, en iyi alışveriş şehirlerinden biri olmakla övülmüş. Ülkenin her yeri yıkıldığından tarihi bir şey kalmamış. Şu an kapitalizmin dibine vurmuş ve sırf turistik, alışveriş cenneti bir yer olarak tanıtılıyor… kısa bir yürüyüşün ardından Korniş?teyiz. Denize sıfırız. İnsanlar oturuyor banklarda, taytını giyip koşan abiler, ablalar var. Çocuklar badminton oynuyor, birileri bisiklet sürüyor, süslü kadınlar köpeklerini gezdiriyor, ben de fotoğraf çekiyorum bol bol. Güneş yakıcı, hava sıcak. Tişörtlerle geziyoruz. Denize girenlere rastlamak mümkün her ne kadar kumsal olmasa da. Yol boyunca yine denize nazır binalar var. Naji?nin dediğine göre Beyrut?un en pahalı evleri bunlar. Bir-iki km devam ediyor yol yanlış hatırlamıyorsam. Sonra bir rampanın ardından yukarı Rouché (ravşe) bölgesine çıkıyoruz.
Burada kesinlikle görülmeye değer Güvercin Kayalıkları var. Manzara nefis. Banklara oturup nargile içmek mümkün. Naji mızmızlanınca bir kafeye oturduk. Bir de ne göreyim! Dün gece yemeğe 34 dolar ödediğimiz kafenin bir diğer şubesindeydik 🙂 Tabii ki ben acıkmış olamazdım. Türk kahvesi her yerde ucuz, bir de nargile, tamamdır. Bir süre günbatımını izledikten sonra adını bilemediğim bir sokaktan geçtik. İnanılmaz lüks arabalar ve restoranlar var sokak boyunca. Lübnanlılar b.kunu çıkarmış artık diye düşünüyorum yürürken. Bu arada boyuna polisler beni durduruyor fotoğraf çekiyorum diye. Saçma sapan binaları çekmeme izin vermiyorlar örneğin Opera binası gibi. Bu kez de bir sivil karşı yoldan yanıma gelip ne çektin diyerek baktı makineye. Her durduruluşumda Naji heyecan yapıyor. Ben de çekmeden edemiyorum. Neyse ki binaları çektiğimi görünce gidebilirsiniz dedi eleman.
Eve doğru yürüyoruz. Yemek yeme vakti. Naji bizden Bursa Kebabı yapmamızı istemişti gitmeden önce Beyrut?a ama biz çıkaramadık tam olarak ne kastettiğini. İskender mi acaba diye düşünürken bir şekilde yan çizdik. Barbar diye bi büfe var, acayip dürümler yapıyor adamlar. Şehnaz?la dürümlere saldırdık. Aklınızda bulunsun, tavuk dönere taouk shawarma (tavuk şavırma) diyorlar, çevirme anlamında. Tavuğun tadı o kadar lezzetli ki Türkiye?de yediklerimizin ot gibi olduğu kanaatine varıyorum. Bu arada Arap ülkelerinde Falafal diye bir yemek var, hatta Almanya?daki Türk dönercileri de satar. Fasulye ya da nohuttan yapılan soğan halkası şeklinde bir yiyecek, ekmek arası yapıyorlar. Denemenizi tavsiye ederim. Biz paket yaptırıp evde yedik (iki tavuk dürüm, iki falafel dürüm toplam 12 TL), Naji ise diyette olduğundan kendine tavuk ve makarna pişirdi. Bir de üstüne yemekten sonra vücut çalıştı bir süre. Kilolarını fena takmış kafaya.
Yemekten sonra Naji gelse de gelmese de biz Şehnaz?la daha orta sınıfa hitap eden bölgelere gideceğiz. Naji yorgun ama gelmeyi kabul etti. Taksiye biniyoruz, servis diyorlar, dolmuş gibi her yerden müşteri alabiliyor. Ucuza geliyor böyle olunca. Mesela Beşiktaş-Taksim arası bir mesafeye üç kişi için altı lira veriyoruz. Hesap edince havaalanında taksiciye verdiğim dolarlar için beddua ediyorum.
Hamra
Bir sonraki durağımız Hamra bölgesi. Burası nispeten daha ucuz yeme-içme ve giysinin bulunduğu bir yer. Sokaklar canlı, kalabalık. Beyrut Amerikan Üniversitesi?nin sokağına geliyoruz. Kapıda polisler var. Karşısında da sıra sıra dükkanlar, hotdogcular dizilmiş. Nargile molası vermek için bir kafeye girdik. Dünyanın her yerinde denk gelebileceğiniz canlı türü: Türkler. Aynı uçakta uçtuğumuz birkaç kişi yan masada, dönüp İngilizce bir şeyler sordu, ben de Türkçe cevap verdim. Başladık muhabbete. Bu arkadaşlar taksiyi havaalanından 25 dolara bağlayanlar. Bir de sonraki gün Jeita Mağarası gezisi için bir taksi ayarlamışlar, gidiş-dönüş 80 dolara. Bunu aklınızda tutun, bir sonraki günün yazısında bizim ne kadara mal ettiğimizi okuyunca şaşıracaksınız 🙂 Ucuz yolla gezi bizim işimiz abiler… Kafede fiyatlar Türkiye ayarında. Nargile her yerde güzel Arap ülkelerinde.
Naji diyeti bozarak bir güzel tıkındı, yorgunluktan bayılmak üzere. Eve gitmek istiyor ama ben en azından gece hayatının aktığı Gemmayze?yi görmeden gitmem. İkna ettim sonunda ve gittik. Açıkçası mekanlara girmedim ama çok da numarası olan bir yer olduğunu düşünmüyorum. Bir sokak boyunca mekanlar, 10 dakikalık yolu club trafiğinden iki saatte gelen lüks arabalar, süslü, estetikli kadınlar vs. Tabi bir Arap ülkesinde böyle bir gece hayatının olması ayrı bir şey ama gezi yazılarında biraz abartıldığını düşünüyorum. Daha sonra yolun bir kısmını yürüyerek eve doğru yol aldık. Bir sonraki gün hedefimizde Jeita vardı. Aslında yola çıkmadan önceki plan Lübnan?da birkaç gün geçirmekti fakat kriz can sıkıcı olunca Jeita?dan sonra Şam?a geçmeyi kararlaştırdık. Hem Suriye çok daha ucuz bir ülke. Oranın tadını çıkarmayı düşündük. Nihayet eve vardık ve yine bir süre Naji?yle muhabbet, dertleşme derken uyku vakti geldi. İkinci günümüzü de bitirmiş olduk Beyrut?ta…
Hamiş: Bir sonraki yazımda Beyrut?ta sosyal hayatı ve inanılmaz güzellikte olan Jeita Mağarası?nı, Şam?a gidişi vs. anlatacağım. Takip edin yoksa kazık yiyebilirsiniz Araplarda. 🙂 Görüşmek üzere…
Discover more from Erkan's Field Diary
Subscribe to get the latest posts sent to your email.