Muhabir:”Hocam seneye Şampiyonlar Ligi için hedefiniz nedir?”
Fatih Terim: “Onu da artık başkası düşünsün”
Bu tarihi diyalog Galatasaray 17 Mayıs 2000 tarihinde Arsenal’i Parken Stadı’nda devirdikten hemen sonra gerçekleştirilen basın toplantısının gözden kaçan önemli bir kısmıydı. Herkes zafer sarhoşu iken Fatih Terim o dakikalarda Florya’nın 1 numaralı adamı görevini bırakıyordu.Herkes şaşkındı, ortada daha alınması gereken bir Şampiyonlar Ligi vardı ancak Fatih Hoca kararını vermişti, 6 ay boyunca İtalyanca dersleri almış ve Fiorentina ile anlaşma imzalamıştı, sözünden de dönemezdi.
Bundan yaklaşık 10 sene önce Galatasaray taraftarının en büyük endişesi idi Fatih Terim’in gidişinden sonraki takımın akıbeti. İşler gayet yolunda gitmiş, Mircea Lucescu Süper Kupa’yı kazandırmış, akabinde de Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final oynatmıştı. 10 yıl sonraki tabloya baktığımızda ise bambaşka bir Galatasaray görüyoruz. Bu süreci başından itibaren değerlendirmeye çalışalım.
Fatih Terim’in ardından Lucescu oldukça başarılı bir dönem geçirse de arkasında enkaz halinde bir takım bırakmıştır. Yeniden göreve gelen Fatih Terim dönemi hayal kırıklığıyla, akabinde gelen Hagi dönemi vefasızlıkla, Gerets dönemi 6 numara eksikliğinin yarattığı çöküntüyle, Feldkamp dönemi huysuz bir ihtiyarın çıkarttığı arıza ve akabinde alınan mucizevi şampiyonlukla, Skibbe dönemi ise entrikalarla sona ermiştir. Sonrasında yaşanan kısa Bülent Korkmaz dönemi ise bir utanç tablosudur kanımca. Ortada futbol adına söylenebilecek hiçbir şeyin olmadığı bir dönem olarak geçmişte kalmış ve Büyük Kaptan’ın saygınlığına ne yazık ki sekte vurmuştur.
Bugünü analiz ederken hatırlanması gereken en önemli isim ise Frank Rijkaard. Kimse inanmamıştı onu Adnan Polat’ın yanında gördüğünde. Şaka değildi, kendisini 2 yıllığına Galatasaray Teknik Direktörü yapan sözleşmeye imza atmış, yanında da yaşayan efsane Johan Neeskens’i getirmişti. Total futbol devrimi için hazırdı artık Galatasaray. Lige ve Avrupa’ya fırtına gibi bir giriş yapılmıştı, 3 golün altına kolay kolay düşmeyen bir takım vardı ta ki ligin 8.haftasında ilk yenilgi alınıncaya kadar. Oradan sonra bir anda ipler koptu. Ve Rijkaard’ın çirkin yüzünü görmeye başladık beraberce. Her maçtan sonra türlü bahaneler bulan, hiçbir zaman kendini takıma siper etmeyen, yeri gelince futbolcusunu alenen şikayet eden bir teknik direktörün total futbol felsefesini yerleştirmesi ne kadar mümkündü acaba? Nitekim kendisi lig sona erdiğinde talihsiz bir şekilde takımın kalitesiz futbolculardan oluştuğunu ve bir sene önce 5.olan bir takımın ligi 3.bitirerek başarılı olduğunu ifade edecekti. Peki kendisi nerelerde hata yapmıştı? En önemli hata Nonda’nın takımdan gönderilmesi olmuştu. Nonda gönderildiği güne kadar Galatasaray formasıyla oldukça iyi bir performans göstermiş ve daha yarı sezon bitmesine rağmen 16 gol atmıştı. Bir forvetin tüm bir sezonda bu kadar gol attığı zaman başarılı sayıldığı bir futbol ortamında Nonda’yı göndermek, akabinde de Arda Turan’dan tek forvet yaratmaya çalışmak abesle iştigalden başka bir şey değildi. Üstüne üstlük takımda birçok oyuncunun da özgüvenini yerler altına alıp, hiçbir şekilde insiyatif alamayacak noktaya getirmişken…
İkinci sezondan ümidi olan var mıydı bilemem ancak patlak veren Haldun Üstünel krizi sanki bugünlerin en belirgin habercisi olmuştu. Yönetim Keita ve Mehmet Topal gibi iki önemli yıldızı göndermiş ve yerlerine yeterli oyuncular alamayıp takımın resmen fişini çekmişti. Keita’yı disiplinsiz diye gönderen yönetimin, geçen sene kasten rakibine tekme atıp 4 maç ceza alan yeteneksiz topçuların en yeteneksizi, Bank Asya 1.Lig’de bile forma göremeyecek Barış Özbek’i kadroda tutması da ayrı bir yönetim tutarsızlığıdır. Bu imkanlar dahilinde inanıyorum ki Rijkaard’ın istediği futbolcular alınmamıştır ancak eldeki malzemenin de en kötü şekilde kullanıldığı su götürmez bir gerçek. Ligde alınan kötü sonuçlar ve UEFA Avrupa Ligi’nden erken eleniş Rijkaard’ın sonu oldu. Bir futbol efsanesi arkasında enkaz halinde bir takım bırakarak ülkemizden göçtü.
Rijkaard sonrasında göreve getirilen Hagi mevcut şartları düşündüğümüzde oldukça uygun bir isim. Kulübü tanıyor, Türk futbolunu tanıyor, vs. Ancak sağlıklı bir çalışma ortamı bulacak mı? Adnan Sezgin bu kulüpte olduğu sürece hangi teknik direktör huzur içinde çalışabilir, orası tam bir muamma. Ancak zamanında yine enkaz bir takım alıp, Gerets’e omurgalı bir takım veren (Mondragon-Tomas-Song-Hakan Şükür) Hagi’nin bir kez daha sistemli bir takım kuracağına inanıyorum, en azından inanmak istiyorum. Aradan geçen 5 sene muhtemeldir ki Hagi’yi biraz daha olgunlaştırmıştır ve yanında bu kez Tugay’ın olması işleri biraz daha kolaylaştırabilir. (Kabul, bu son cümle biraz pembe gözlük takarak yazılmıştır)
En son olarak futbolculara değinmek istiyorum. 2 ay sonra maçlarını Seyrantepe’de, Türk Telekom Arena’da oynayacak Galatasaray. Takımdaki futbolcuların kaçı o stada, o atmosfere çıkmayı hak ediyor acaba? Kendisini Beckenbauer zanneden stoper Servet mi? Sakız çiğnerken sarf ettiği efor koşarken sarf ettiğinden fazla olan Misimoviç mi? Her topu dağlara taşlara atan, iyi niyetine rağmen bu takımın topçusu olmayan Sabri mi? Futbol abazası Mustafa Sarp mı? “Dışarda taraftar var mı?” pişkinliğini yapan Ayhan Akman mı? Sanırım doğru cevap hiçbiri. Bu konuda en doğru açıklamayı bugün Hagi yaptı yine: “Oyuncu, Galatasaray gibi bir takımda oynadığını çok iyi anlamalıdır.”
Özetle Galatasaray tarihinin en kötü dönemlerinden birini yaşıyor. En son Saftig döneminde bu kadar karışıklık hatırlıyorum. Bu kulübün taraftarı yeri geldiğinde 14 sene şampiyonluk bekleyecek kadar sabır göstermiştir ancak ruhsuz dolaşan futbolcu kavmini görmek, şampiyonluk görememekten daha beter bir şekilde darbe vurmuştur futbol iştahlarına. Zaman bakalım neler gösterecek ancak tünelin ucunun karanlık olduğu da bir gerçek.
Discover more from Erkan's Field Diary
Subscribe to get the latest posts sent to your email.