Can Erol: ?Tahammül edemiyoruz sana Aynur!?

“Tahammül edemiyoruz sana Aynur!”

Aynur meselesi üzerine, o gece yaşanan rezaletin tanıklarından biri olarak ben de birşeyler karalamak istedim. Sapla samanı birbirine çok güzel bir şekilde karıştıran beyaz Türk cenahının karıncalanan zihninin emarelerini gördük hep beraber.

 

Her şeyin başında yine kıçının üstüne tam vaktinde oturamayan, konser başladıktan sonra bile seferi gibi ayakta dolanan saygısız bir seyirci kitlemiz var. Bu tür etkinliklerde sıkça yaşanan bir problem. Etkinliğin başlama saati de geç kalmamak için gayet makul. 1-2 kişi anlaşılır ama onlarca kişi hep birlikte geç kalıp koltuklarını arayınca sizin de konsantrasyonunuzun içine ediyorlar. Neyse, bu başka bir yazının konusu olsun.

 

Javier Limon güzel bir giriş yaptı konsere, daha sonra Kübalı piyanistini, Filistinli kanunisini ve perküsyon sanatçılarını davet etti. "Suyun Kadınları" konseptinde farklı ülkelerden kadın solistler de vokal olarak eşlik edecekti kendisine. Tek kelimeyle muhteşem bir atmosfer vardı. Gökte dolunay, boğazdan hafif esen rüzgar, şahsen tek kelimesini anlamadığım ama müthiş etkileyici şarkılar…Aynur'un Gönül Yarası filminde söylediği türküden sonra Meltem Cumbul'un oynadığı Dünya karakterinin kurduğu cümle bu gibi anların açıklayıcısıdır: "Bu şarkıda ağlamak için Kürtçe bilmek mi gerekir?" Tam olarak böyle bir ortam söz konusuydu.

 

Aynur'un sahneye çıkmasıyla beraber seyirci biraz daha sessizleşti. İlk 2 şarkı bittiğinde herhangi bir olay çıkmamış olmasına sevinirken, 3.şarkının girizgahında bir adet "varlığını Türk varlığına armağan etmiş aslan parçası" "Şehitler ölmez" diye bağırdı. O naradan güç alan diğerleri de bağırmaya, ıslıklamaya başladılar.İlk 2 kadın solistin de dilini bilmiyorlardı ama bu kız kesin farklı birşeyler söylüyordu onlar için. Bir önceki gün çaresizce ölüme terk edilen gençlerin hepsinin katil zanlısıymış gibi tüm oklar ona yöneldi. Sahneye minder ve pet şişeler atıldı. Benim oturduğum taraftaki hemen hemen herkes Aynur'a alkışlayarak destek verdi. O an çakılacak bir kıvılcım belki de çok daha büyük bir felakete neden olabilirdi, neyse ki olmadı. Verilmiş sadakamız varmış.

 

Aynur "mecburen" sahneden inmek durumunda kaldı ancak bazılarının öfkesi hala geçmemişti. Yaşananlardan bir hayli mahcup olduğu her halinden belli olan Javier Limon müziğin evrenselliğinden bahseden bir konuşma yapmaya başladı ama malumunuz burada salyangoz satanları pek sevmeyiz halk olarak. Cevap Javier'in de anlayacağı bir dille geldi: "Shut the fuck up!" Sonunda bu vatandaşımızın da İngilizcesini kullanabileceği bir an gelmişti, bağırdıktan sonra muhtemelen kendisiyle muazzam bir şekilde gurur duymuştur.

 

Sahne sırası Buika'daydı. Kadıncağız tüm sempatikliğiyle mevcut havayı dağıtmaya çalışırken "Türkçe söyle" diye bağırabilen cisimleri ne yapsak hala karar verebilmiş değilim. Belli bir grup çıkışa doğru yöneldikten sonra olaylar yatışır diye düşünürken, tam çıkış kapısının oradan bağrışlar gelmeye başladı. Coğrafyası çok iyi olduğu her halinden belli olan biri "Burası Türkiye, Diyarbakır değil" diye çığırtkanlık yapıyordu. Anlaşılan o "malum bölünmeyi" kafasında bitirmiş; madem öyle neyin kavgasını veriyorsun orada demezler mi adama? Tüm bu saçmalıkların son noktası ise "duyarlı kalabalığın" hep bir ağızdan İstiklal Marşı'nı okumaları oldu. Kutsal saydıkları bir marşın ucuz bir protesto içinde kullanılması ve korkunç uyumsuz bir şekilde dillendirilmesi bile rahatsız etmedi kendilerini.

 

O andan sonra konser bir türlü ritmini bulamadı. Herkesin keyfi kaçmıştı. Bir arkadaşım durumu çok güzel özetledi: "Eğer bir gün önceki saldırı olmasaydı, hepsi etnik bir konser dinlemiş olacaklardı." Orada bu tatsızlığı yaşatan grubun ikiyüzlülüğü daha iyi tanımlanamaz herhalde.

 

Bir de "Aynur da bir şarkı Türkçe okusaydı bari" diyen bir grup var. Yıllarca TRT'nin oto sansür uygulamasının spastik tohumları olduğunu düşünüyorum bu cinsin. Bir dilin konuşulması hala bir tehdit olarak algılanıyorsa, barış kelimesinin içi hiçbir şekilde doldurulamaz bu topraklarda. Yıldırım Türker'in bugünkü yazısında değindiği gibi "Barış barışarak kazanılır. Rakibinin burnunu sürterek değil"


Discover more from Erkan's Field Diary

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Leave a Reply

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.