Enkaz ve envanteri
İkidir yazıyorum, bugün biraz daha açmaya çalışalım. Sistemin ihtiyacı olan ciddî ve dönüştürücü kurumsal reformlar ilk defa, 2000’lerin başındaki koalisyon hükümetinin çalışmalarıyla uygulamaya kondu. “Derviş reformları” olarak literatüre geçen çalışmalar özellikle, 1994, 1999, 2001 krizleri sonucunda altüst olan makroekonomik dengeleri yeniden sağlamakta işlevsel oldular. Bu sıradan bir revizyon, tanıdık bir düzeltme değildi. Kurumların, özerklik, şeffaflık ve hesapverebilirlik ilkeleri temelinde düzenleyici işlevlerini yasallaştırarak güvence altına alıyor ve Cumhuriyet tarihinde ilk defa çağdaş bir yönetim zihniyetinin önünü açıyordu. Çaba, yeniden başlamış bulunan AB üyelik sürecinin ivmesiyle katlanarak büyüdü, ekonominin çok ötesine geçti. Yatay ve dikey denge/denetleme mekanizmalarını geliştirerek sistemi baştan aşağıya dönüştürmeye başladı. 2001’den 2005’e kadar Türkiye köhnemiş mevzuatını çağdaş normlara uyumlandırdı ve yeni mevzuatın büyük bölümünü uygulamaya başladı. AB ilke, norm ve standartları eski köye yeni âdetler anlamına geldiler ama hiç işitilmedik bir idarî ve hukukî dönemin başlamasına da önayak oldular. Birey ve toplum hayatının her yönünü kapsayan bu reformlar, hatırlarsınız, AB uyum paketleri olarak gündemimize girmişlerdi.
2005’ten sonra, yani yapılan reformlar sayesinde AB ile üyelik müzakerelerine başlandıktan sonra o güne kadar yapılan reformlar daha ileri aşamaya taşınmadıkları gibi, kazanımlar birer birer geri alınmaya başlandı. Hatta bugün bulunduğumuz yerde 2001 öncesinde varolan köhne mevzuatı dahi aratacak bir sistemle yönetiliyoruz. 1982 darbe anayasası bile kıymete bindi.
Geçen gün “devlet çöktü” derken AKP’nin kontrolü altına almak isterken devlet kurumlarını nasıl yerle bir ettiğini anlatıyordum. 2001’den itibaren doğru istikamette dönüşmeye başlayan Adliye, Askeriye, Hariciye, İlmiye, Maliye ve Mülkiye epeyidir itibarsızlaştırılıyor, kurumsal hafızaları boşaltılıyor ve kurum olmaktan çıkarılıyorlar. Zamanın başbakanının “davul bizim boynumuzda, tokmak onların elinde” mecazıyla diline doladığı “bürokratik engel”, nobran devleti hatırlatan bürokrasinin asgarîye indirilmesini çağrıştırdığı için kulağa hoş gelse de bürokratik engeli aşmaktan kasıt her türlü danışma, oydaşma, denge, denetim ve düzenlemeden muaf “iş bitirebilmek” demek. Nitekim bugün tüm denge/denetleme sistemi kadük. Tek bir örnek kâfi: 2015’te Sayıştay denetimi sıfırlanıyor!
Devlet kurumlarının yanında sivil kurumların AB reformları ve bilgi teknolojileri sayesinde elde etmeye başladıkları gücün, yani “açık toplumun” akıbeti de aynı. Gezi itirazında zirve yapan ve durmaksızın hergün bir yerde, farklı nedenlerden yükselen itirazlar iktidarın hedefinde. İktidarın, içi boşaltılmış devlet kurumlarındaki tekeli sivil kurumların üzerindeki baskıyı sürekli artırıyor.
Bu gidişatın başat nedeni, çoğunluğu temsil iddiasındaki siyasî iktidarın, gücünün toplumca dengelenmesini, denetlenmesini ve dolayısıyla paylaşılmasını kesinlikle reddetmesidir.
Bugünden tezi yok bu gidişatın her uzmanlık, her meslek, her hak, her özgürlük zemininde yarattığı derin tahribatın, konuların uzmanlarınca kayıt altına alınması gerekiyor. Her gün torba yasaların içine doldurulan yeni bir düzenleme,mahkeme kararlarının infaz edilmemesi yoluyla yaratılan emsaller, tamamen iktidar kontrolündeki yasama ve yargının verdiği kararlar ve bilumum keyfî uygulamanın kaydını, bilgi ve haberin açıkça tahrif edildiği bir ortamda düzenli olarak tutmak ancak uzmanlarca yapılabilir. Buna koşut olarak siyasî partiler, bir nevî “gölge kabine” mantığıyla enkazın envanterini oluşturmalılar.
Devran döndüğünde AKP’nin halefi olacak hükümet enkaz devralacak. Şimdiden enkazı anlamak ve anlatmak gerek.
Bu yazı ilk olarak Taraf’ta yayınlandı. Yazarın izniyle burada da yayınlanıyor.
Discover more from Erkan's Field Diary
Subscribe to get the latest posts sent to your email.