Yeni yazarımız Berk Evre’den: “Trik Trak Trik Trak Olur Mu Hiç Çalışmamak

 Kapitalizm zalimdir. Başlıkta gördüğünüz şarkı buna oldukça güzel bir örnektir. Modern Folk Üçlüsü‘nün saat için yazdığı o naif, o güzel şarkı, bir banka reklamının elinde, yaşlısından çocuğuna kadar herkese, aslında çalışmanın ne kadar güzel bir şey olduğunu anlatan, doğrudan bilinçaltına saldıran bir “jingle” a dönüştü. Her zaman, ağacı yaşken eğmenin acımasızca ve korkunç olduğunu düşünmüşümdür. Ve henüz 5 yaşında olup, çalışmanın ne kadar da güzel bir şey olduğunu düşünen çocuk kadar korkunç bir şey de gelmiyor aklıma.

 

Working Class Hero: The Definitive Lennon
Working Class Hero: The Definitive Lennon (Photo credit: Wikipedia)

Oysa tarihte başka 5 yaşında bir çocuk, ona okulda büyüyünce ne olmak istediğini sorduklarında “mutlu olmak istiyorum.” cevabını vermişti. Aynı çocuk büyüyünce “Working Class Hero” adlı bir şarkı yazacak, ve bu yazıya da ilham olacaktır orası ayrı konu. Kendi konumuza dönersek, mutlu olmak isteyen çocukları geçtim, benim neslimdeki gibi “astronot” olmak isteyen çocuklar bile kalmadı. Şimdiki çocuklar, hayal kuracağı yaşlarda özel ders almaya başlıyorlar artık.

http://haber.gazetevatan.com/dunya-bankasinin-raporu-bakanin-moralini-bozdu/428192/1/gundem

 

Sonrası ise tam bir şuursuzluktan ibaret. O sınavdan bu sınava atlayan gençler, en sonunda üniversite sınavına gelir ve puanının yettiği en iyi okul ya da bölüme kapağı atar. Birkaç sene okuduktan sonra, mezun olmaya yakın, iş başvurularına başlar. O hiç alışık olmadığı takım elbiseyi/topuklu ayakkabı giyer. Mülakata giden takım elbiseli yeni mezunun, kurban bayramındaki kınalı kuzudan hiç bir farkı yoktur gözümde. Birinin kravatı, diğerinin kınası. “En sevmediğiniz özelliğiniz nedir?” sorusuna “Mükemmeliyetçiliğim.” cevabını verecek duruma gelirler.

 

Ve sonrasında istediği kurumsal firmaya girerler. Üst baş pek bir şekil. Şehrin en güzel yerinde veya gökdeleninde bir ofis. İngilizce bir “title”. (Özellikle bunu çok seviyor insanlar. İnanmayan Linkedin‘de bir 15 dakika geçirsin.) 5 yıldızlı otellerde eğitimler. Şehir dışı bir göreve gittiklerinde, en Amerikan isimli otelde konaklamalar. Firmanın verdiği akıllı telefon. Lüks restoranlarda toplantılar. Instagram’da paylaşılan Fransız isimli yemekler. Pek bir mutlu gözükürler. Oysa bu mutluluk, ufak bir balığın dev bir akvaryumdaki özgür olma hissiyatı gibidir. İster kapitalizm, ister sistem diyelim. Bu olgu, köpeğimizin tasmasını o kadar uzun bırakmış ve o kadar gevşek tutmuştur ki, köpeğimiz kendisini özgür ve mutlu hissedebilmektedir.

 

İki boyutu en çok sevdiğim nokta budur. Madalyonun bir de öbür yüzü vardır. Yeni mezunlarımızın girmek için yanıp tutuştuğu firmalar aşağı yukarı standarttır. Açık açık firma ismi vermemek gerekir, ancak sektör bazından gidersek denetim ( Big 4), hızlı tüketim ürünleri, telekomünikasyon ve bankacılık. Yeni mezun öğrenciler büyük hayranlık duyarlar bu sektörlerdeki firmalara. En büyük idealleri bu firmalarda çalışmaktadır. Sektörde adı geçen firmaları biraz internette araştırın. Özellikle sözlüklerde yazılan yorumları dikkatli inceleyin. Bu firmalarda haftalık çalışma saatlerinin yoğun dönemlerde 80 saate vardığını göreceksiniz. Hem de mesai ücretleri ödenmeden. Dünyadaki durumla karşılaştırmak için bakınız :

 

http://en.wikipedia.org/wiki/Working_time

 

” E iyi de abi, çalışmadan nasıl gelişeceğiz?” “Yunanlar gibi öğlenleri uyuyalım da onlara mı benzeyelim?” klişeleriyle gelenlere ise trajikomik bir istatistiğim olacak :

 

http://www.bbc.co.uk/news/magazine-17155304

 

İktisadi Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’nün 2012 yılında yaptığı araştırmaya göre, sanılanın tam da aksine, Avrupa’da saat bazında en çok çalışan ülke, şu an iflasın eşiğinde olan Yunanistan. Yalnız ve güzel ülkemiz ilk 5’te bulunarak şöyle bir kendini belli etmiş, ve bu kadar çok çalışmasına rağmen, en verimsiz 3. Avrupa ülkesi olarak imzasını atmış. Yunanistan da ilk 10’da. Yani insani sınırları aşan saatler boyu çalışıp bir bu kadar da verimsiz olmak. Akdeniz insanına mı özgü acaba? Öte yandan Almanya ve Hollanda da çok dikkat çekici. Bu kadar az çalışıp, bu kadar verimli olmak ayrı bir başarı.

 

Peki bu kadar yoğun çalışmanın sonu ne oluyor? Sağlıksız bireyler oluşuyor. Bel ağrıları ve Carpal Tunnel Sendromunu geçtim, asıl sıkıntı olan nokta ruh sağlığı. İş hayatına adım atmış bir kişi, ister istemez şizofreniye de adım atmıştır kanımca. İş hayatında, normal hayatından oldukça farklı olmak zorundasın. Ve psikopatlık. Psikopat denince insanın aklında nedense, yüzü façalı, elinde bıçak, adam öldürmeye meyilli bir imaj oluşuyor. Ancak durum tam tersi. Prof Dr. Kevin Dutton’ın açıklamalarına göre psikopatların en belirgin özellikleri; korkusuzluk, kendine güven, cazibe, benmerkeziyetçilik, acımasızlık, empati yoksunluğu. Yazarın kendi cümlelerini alıntılamam gerekirse, “bu özellikler  21. yüzyılda başarı kelimesinin üzerine terzinin diktiği ceket gibi oturuyor.”

Ayrıca yapılan araştırmalara göre, CEO’ların psikopat olma oranının, normal insanlara göre dört kat daha fazla olduğu ortaya çıkıyor.

http://www.thestar.com/business/2012/07/05/psychopathy_and_the_ceo_top_executives_have_four_times_the_incidence_of_psychopathy_as_the_rest_of_us.html

 

Bunlar ilk başlarda kulağımıza trivia gibi gelebilir. Ancak, trik traklarla alınan gazın, özel hocalar, dershaneler, baskıcı aileler, sınav sistemleriyle yoğurulup, kariyer yapma arzusuyla harmanlanmasıyla bu psikopatlığın şaşırtıcı bir şey olmadığı açıkça görülmektedir.

 

Aslında kapitalizm insanlığa en büyük darbeyi duyarsızlaştırarak, bencilleştirerek vurdu. Etrafımızdaki insanların çok büyük çoğunluğu işinde oldukça başarılı olan, Facebook‘ta çok mutlu olan, çalışmayı çok seven psikopat ya da psikopat adayı.

 

 

Ayrıca konuyla ilgili, bin akademik makaleye değişmeyeceğim üç harika kaynağı da sizle paylaşmak istiyorum:

 

 

 

Sevgilerimle,

 

Berk

 

 

Enhanced by Zemanta

Leave a Reply

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.