BİZİM ALAMANYA?NIN MİSAFİRLERİ
30 Nisan 1964?te imzalanan sosyal güvenlik sözleşmesi ile başlar göç. Sanayisi gelişmiş bir ülke olarak Almanya, ihtiyaç duyduğu Türk işçileri davulla zurnayla karşılar. Gidenler geride kalanlara ?ben gideyim, sizi de yanıma aldırırım? derler. Köylerine dönmek üzere geldikleri yere, geride kalanları aldırırlar bazıları sonra. Bazıları orada Alman kadınlarla evlenirler. Irk melezleşir. Türk Sineması bunun üzerine bir dolu film yapar. Almanya?ya giden kocanın Türkiye?deki karısına eziyetleri anlatılır bu filmlerde. Bir de dizi çekilir. Mardin-Münih Hattı ve Nadja Smolik adı hafızalara kazınır. ?Acı vatan?lığı tescillenir Almanya?nın. Doğulan değil, doyulan yere alışılmaya çalışılır.
Türkiye?de kalan çocuklar içinse güzel oyuncakların getirildiği, Nescafe?nin kocaman cam kavanozlarla geldiği bir uzak ülkedir. Yıllar geçtikçe o kadar nüfuz edilir ki Almanya?ya, acı vatan olmaktan çıkar, bizim Alamanya olur artık. ?Berlin iyi güzel de, Almanı fazla? denilir. Bu nüfusun ve nüfuzun gururu vardır yüzlerde. En az Alanya kadar Alman vardır orada da, daha ne olsun? 40 sene boyunca çalışılan fabrikadan emekli olununca çekilen ev kredileriyle heim?larda oturan ?bizimkiler?, yerleşik düzene geçerler. ?Turken Raus? denilir artık onlara. Kırk sene bir arada yaşadıkları topluluk, komşuluk etmez onlarla. Hiçbir adetlerini öğrenmezler. Alman disiplini Türklere nüfuz eder de, Noel?de bir tek dükkan açılmaz. Almanlar yenilince bizim neden yenilmiş sayıldığımızı anlarız. Bazı yerlerde Türklere yapılan bir güzellik olarak sunulan Türkçe tabelalar vardır. Ancak havaalanındaki bir tabela mesajı iletir: ?Lütfen mesafeli durunuz!?
Üçüncü kuşak yarı Türkçe yarı Almancadan oluşan yeni bir dil geliştirir. Ağzından kaçırdığı Türkçe kelimelerden utanır. Trende yer vermek istediği Türklere ?benim için egal, siz oturun? der. Arada kalmışlık kıyafetlerine yansır. Ellerde akıllı telefonlar, Türkçe konuşmalar hep küfürlü. Avrasyalılık böyle mi vücut bulur?
Bir mağazanın sahibi olan Türk, ?eskiden sokaklarda birbirimize rastlayınca kucaklaşırdık, şimdi Türkler birbirine kazık atıyor? der. ?Eskiden biz onların emrinde çalışıyorduk, artık onlar bizim emrimizde çalışıyor. Biz birlik olursak her şeyin üstesinden geliriz?. Bir intikamın alınmasının mutluluğu mu vardır yüzünde? Uzun çalışma saatlerinin sonunda Alamanya her şeye rağmen?bizim? olmuştur. Acı vatandan kimsenin dönesi yoktur.
Türk?ün Türk?le imtihanı burada da bitmez. Her şeyin elinin altında olduğu genç kuşağa mahalle baskısı uygulanır soydaşları tarafından. Eteğinin boyu, kimlerle arkadaşlık ettiği sorgulanır. Türk mahallelerinde ve Küçük İstanbul?da eski tas, eski hamam devam edilir yaşama. Tavernalar, türkü barlar revaçtadır.
3201 sayılı yasa ile birleştirilir Alamanya?daki hizmetleriyle Türkiye?deki hizmetleri, emekli edilirler. Kırık Türkçe?li bir genç avukat kız, ünlü bir hukuk bürosunun reklamında şöyle der: ?Gelin, hakkınızı arayalım!?
Bilgesu ERENUS?un seyirlik oyunu Misafir?de anlatılır göçle gelenlerin halleri. Bir yerinde ?sen makineysen, ben de insanım ula!? der bir Türk işçi. Osman Amca salonda bu lafı alkışlayan tek seyircidir. Oyun Brechtyen olma iddiasındadır. Sergilenen sadece bir oyun değil, hayatın ta kendisidir. Daha sonra Osman Amca?yı gördüklerini aklıyla değerlendirdiği için mi tutuklarlar?
?Burası eskiden iyiydi de, yabancılar gelince bozuldu? der kırk yıllık Alamanya?lı teyze. Turken Raus içselleştirilmiştir. Misafir misafiri istemez, ev sahibi hiçbirini istemez.
Bu yazı ilk olarak Yeni Harman’ın Şubat sayısında yayınlandı. Yazarın izniyle burada da yayınlanıyor.
Discover more from Erkan's Field Diary
Subscribe to get the latest posts sent to your email.