Nihan Güneli: Sosyal Medyanın Hayatımıza Kattığı Güzellikler: Erol Köse, Hilal Cebeci ve Niceleri

Sosyal Medyanın Hayatımıza Kattığı Güzellikler: Erol Köse, Hilal Cebeci ve Niceleri

https://i0.wp.com/www.habershow.com/v4/images/stories/haberfoto/videos/hilal_cebeci_twitter.jpg?w=900

 
Seneler evvel, sonradan sosyal medya diye isim takılan 'mecrayı' kullanmaya başladığımızda, olayın bu noktalara geleceğini hiçbirimiz tahmin etmiyorduk haliyle. Şöyle oldu; en başta mIRC vardı… Anlayanıyla anlamayanıyla saçma bir komünikasyon aracıydı işte. Ama bugün anladığımız şekliyle en önce yonja diye bir 'şey' ile tanıştı Türk gençliği. Sonra 'krolarla doldu burasıığ' olunca, davetiye diye enteresan bir şekille üyeliğe kabul eden 80630 bir anda çılgıncasına popülerleşti. Aynı anda önce ICQ, akabinde de MSN iletişimde bir numaraya yerleşti. Geç saatlere kadar süren çılgın (?) sohbetler falan derken, Facebook çıktı ortalık karıştı. Aslında çıkar çıkmaz karışmadı, ama teyzeler amcalar da olaya dahil olunca garip bir ortam peydah oldu. Şimdi Twitter'dan Friend Feed'e birçok seçeneğimiz var ve hatta her geçen gün yanlarına Google+ gibi yenileri de eklenmekte. Emmâ, bu saydığım şimdi bir kısmı ölü mecraların önünde yanında hep takip edilen, hiç olmadı bir açılıp bakılan, yazar almazken deli gibi yazar olmak istenen, klonları yapılan, sosyal medya 'sosyal medya' olmadan önce de var olan Türk icadı Ekşi Sözlük'ü de unutmamak lazım gelir.
 
Ben bunları niye anlatıyorum? Diyorum ki, biz millet olarak bu sosyal medya kullanımı konusuna çok da turist sayılmayız. Ayrıca son iki haftadır gündemimizi kirleten iki ulu insandan (Rabbim beni Türk hakimlerinin çabucak kırılan kalemlerinden korusun, amin.) bahsedebilmek için bir girizgah yapmam icap ediyordu, yaptım oldu. Zannedersem tek eksiğimiz biri dişi biri erkek iki müşa'biz idi, Twitter vasıtası ile onlara da ulaştık, tam oldu.

Nereden başladılar, kim akıl verdi, birtakım haber verici mecralarda yer aldığı gibi ve hatta içlerinden birinin ekmel ağzından hata ile kaçırıverdiği üzere PR tabir edilen mecarîden mi feyz aldılar bilinmez, nicedir popülerlik göstergesi magazin programlarından 'kayb' olan zat-ı muhteremler Twitter semalarında boy gösterir oldu. Hem de ne göstermek! 

Mahsusen açıklama yapmama gerek var mı bilemiyorum ama, bahsi geçen iki şahıs Hilal Cebeci ve Erol Köse tahmin edersiniz ki. Türk milleti olarak sosyal medyanın bu denli agresif kullanılması durumuna alışık olmamamız bir yana, Twittter denince çok 'konuşkan' Ahmet Hakan'ı bile geride bırakacak bir iştahla yazmalarını ben kendi adıma dehşet verici buluyorum. Erol Köse'nin hesabını açar açmaz 'onu açıklarım, bunu söylerim, ohoo ben daha neler biliyorum, hepsini buradan yayarım' tavrı takdire şayan bulundu örneğin. Hilal Cebeci'nin memelerini gözümüze sokup ekranlarımızı şenlendirmesi ise Erol Köse'nin bu 'açıklayıcı' tavrını bile gölgede bıraktı. Peki bu insanlar neden böyle? Ben tabi bir psikolog edası ile ikisinin de kişisel problemlerini buradan anlatacak değilim; zira hiçbirimizin cinsel problem veya 'daddy issues' konularında atılıp tutulacak birkaç cümleyi daha okumaya tahammülünün kaldığını zannetmiyorum. Beni meraklandıran husus, hangi aklı başında insanın normal şartlarda amiyane sayılacak aktiviteleri bu kadar kör göze parmak şeklinde ve bu denli aleni yapabileceği. İşi 'sonuçta Türkiye'de yaşıyoruz'a da bağlamak istemiyorum, ama örneğin 30'lu yaşlarını süren bir kadın nasıl ve neden (ne için) 8 yaşında bir kız çocuğu edası ile memelerini tüm panpişlerine açık edebilir? Ve nasıl ve neden bununla da yetinmez de daha da (s)açılarak olaya devam eder? Ya da koskocaman bir adam içinde bulunduğu sektörün off-the-record gerçeklerini hiiç utanmadan ve kendini DE eşdeğerde kepaze ederek açıklayabilir? Bu soruların cevabı tek bir kapının ardında gizli: PARA.

Reklam ne zaman ki pahalı bir sektör haline geldi ve popülerlik ne zaman ki para kazanmanın anahtar noktası olarak görülmeye başlandı ve ne zaman ki popülerlik reklama, reklam da paraya bağlandı, magazinel sektörde işler değişti. Haberi yapılsın diye para teklif edenleri de gördük, jet-skiyle Akdeniz'in tuzlu sularında köpekbalıklarıyla boğuşanı da… Hatta magazincileri gördüğünde bikinisinin altını bir anda tanga yapıp oturma organının loblarını gözümüze sokmakta bir beis görmeyenler bile oldu. 'Kaset aşkları'nı da ezberledik, 'dizi aşkı gerçek oldu!'ları da. Ama artık Çelik nasıl değiştiyse devir de o hızla değişti. Televizyonda yayınlanan magazin programlarının sadık takipçisi teyzeler bile Facebook'ta beğendikleri san'atçı(k)ları takip ediyorlar. Dolayısıyla bir ünlü veya yarı ünlü kendisinden bahsedilmesini istiyorsa illa ki sosyal medyanın dalgalı denizine kendini bırakmalı.

Bırakmalı dediysem, öyle bodoslama değil tabii… Birçoklarının yaptığı gibi bir sosyal medya uzmanıyla anlaşıp akıl alarak veya bizzat onlara yazdırarak girmelisiniz bu alana. Stratejinizi öyle güzel belirlemelisiniz ki, siz yazmasanız dahi sadık okurlarınız sizin yazdığınızdan emin olmalı. Takipçi sayınız arttıkça popülariteniz de artacaktır. Ne kadar absürdleşirseniz, o kadar hızlı yükselirsiniz. Malum, devir freak show devri.

Ama esas konu, bu popülerliğin nasıl paraya çevrileceği. İlerleyen günlerde Erol Köse'den hangi sanatçısının hangi albümünü nasıl çıkardığını, hangi şarkısının en en ennnn güzel olduğunu, hangi klibinde hangi marka bilmemlerin kullanıldığını okuyacağız. Bunlar aşama aşama olacak, sanatçılarından ve albümlerinden ballandıra ballandıra bahsetmeye zaten başladı namberdar. Önümüzdeki günlerde de diğer reklam unsurlu twitlerini okumaya devam edeceğiz. Hilal Cebeci ise işe ileriki konserlerinin yer ve zamanlarını paylaşarak girişti. Devamında kullandığı kondom markasını, uçmakta en çok zevk veren havayolu şirketini, efendime söyleyeyim memelerini rahatça sergilemek için bir açıkta kalan memesine bir de kameraya bakarak havuz sefası yaptığı otelin adını bizlerle paylaşmaya başlayacak. İşte reklamcılıkta yeni dönem! 'Viral reklamlar' sayesinde iyiden iyiye gerizekalı yerine koyulan biz tüketiciler, bir de Twitter reklamları ile kandırılacağız. Kısacası olay paradan ibaret derken hiç de abartmıyordum.

Aslında tabi insanlar istedikleri gibi davranmakta özgür; en nihayetinde öyle bir tavır ki bu, Twitter ve benzeri 'ses duyurucu' siteler olmasaydı bu insanlar üzerilerine reklam alıp da gezebilirlerdi. Hangisi daha rahatsız edici olurdu tartışması bir yana, cevaplanması gereken, hatta belki diğerlerinden de daha önemli bir soru var: Peki bu insanları niye takip ediyoruz? Çünkü lüzumsuzlar. Biliyorum, şu cevabım 'nasılsın' sorusuna 'o zaman patates' demek gibi oldu. Ama düşünürseniz siz de hak vereceksiniz: Bir kere azami seviyede saçmalıyorlar. O kadar saçmalıyorlar ki, bizi gündemin aklımızın ermediği dipsiz dehlizlerinden çekip çıkarıveriyorlar. İkincisi saldırganlar. Türk halkı saldırganlığı zerre tasvip etmez; öyle ya, 'sen karışma'larla büyüyen bir toplumuz en nihayetinde. Ve fakat, saldırıyı seyeretmeye de bir o kadar bayılan bir yapımız var. Birilerine giydirdikçe (Erol Köse), biz daha çok meraklanıyoruz. Hele bir de sevmediğimiz, tasvip etmediğimiz birilerine saçtıkça salyalarını daha çok retweet edesimiz geliyor. Haksız olmadığını göstermek için cevap verdikçe, hele de o cevapları ciciş formatında yazdıkça (Hilal Cebeci) daha çoğunu, dahhhhaaa çoğunu istiyoruz. Millet olarak o kadar açız ki sevilmeye, bir baldırı çıplak mesajlarımıza ttlm, cnm, bbisim diye  cevap yazdı diye adeta mest oluyoruz. Hoşumuza gidiyor böyle insanlara, bayılıyoruz!

İyi tabi bir yerde, kabul etmek lazım. En azından kendi içinde tutarlılar. Lakin tutarlı olmalarına rağmen nankörler. Saldırmakta hiçbir beis görmedikleri her türlü düşmanlarının bulunduğu, içlerinden gelen her küfrü fütursuzca sallayabilecekleri, ama kendilerine gelecek en ufak hakaretamiz ifadede ayakları kıçlarına vura vura bilmemkaçıncı sulh hukuk mahkemesinin kalemine koşacakları bu mecralardır onları yaratan.
 
Velhasıl, diyorum ki, 'beni sizler yarattınız' lafı eskiden tek taraflı söylenirdi. Bu cümleyi sahneden sarfeden sen'atçıya karşılık olarak ellerimiz patlayıncaya kadar şak şak sesi çıkartarak minnetimizi belli ederdik; bizleri de unutmadı diye! Bizler değildik belki de o insanları oralara taşıyan, ama biri çıkıp bu payeyi omuzlarımıza yapıştırdığında sevinçten gözümüz dönüyordu. Ama dedim ya, artık devir değişti. Devir, kendini baştan yaratma devri. Pek sosyal medya sağolsun, bitti dediğimiz (ve bu bitiş için ziyadesiyle minnettar olduğumuz) adamcıklar kendilerini baştan yaratabiliyorlar. Daha doğrusu, sosyal medya siteleri bitenleri baştan başlatıyor; daha iştahlı ve daha kepaze. Bizlere de bu sefer 'yaratma' görevi değil de, 'besleme' görevi verilmiş olmalı ki, hedeflerini, amaçlarını bile bile besliyoruz. Gündemden düştükçe daha çok (s)açılmaya, daha da & daha da belaltı vurmaya devam edecekler. Yani? Yani, biraz takmayalım da memeden fazlasını, Şehrazat'ın Özcan Deniz'le olan aşkından başka dedikoduları da öğrenelim. Bırakınız aç(ıkla)sınlar! Sonuçta meme dediğin iki tane, dedikodu dediğin bitmeye mahkum.

Leave a Reply

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.