Sinan Kızılkaya: KÜRT MESELESİNİN YAKIN TARİHİ ÜZERİNE [1. Bölüm]

Başlangıç

kürt meselesinde kritik bir epizodun eşiğindeyiz. Fakat bu gidişin nereye evrileceğini henüz bilemiyoruz. Meseleye ilişkin dün konuşmuş olan ve bugün de görüş serdetmek gereğini hisseden yazı erbabı, garip bir duygusal yarılma yaşadıklarını hissettiren bir dille konuşuyorlar, yazıyorlar. Beklenmedik bir zaman ve seviyede gelişen şiddet eylemleri ve ortaya çıkan/çıkarılan mit-pkk görüşme tutanakları, birçok kişiye bir barışın eşiğine gelmişken savaşın ortasına düşmüş gibi bir hayal kırıklığı yaşatıyor. Elbette bunu söylerken, sadece savaş durumunda nasıl konuşacağını bilenleri, savaş döneminde söyledikleriyle kendilerinin bağlayanları veya savaşı kurtarıcı çığlık gibi karşılayacak kişileri bir tarafa koyuyorum. Hayal kırıklığı yaşayabilmek için nihayetinde muhayyilenizde başkalarının acılarına bir mekân açmış olmanız veya en azından kendi acılarınızdan biraz bıkmış olmanız gerekir.

Mesele belki bir barış inşa etmenin zorluklarının farkında olmamaktan, belki savaşın ve müzakerenin taraflarının barışa giden yolu açamayınca ortaya serdiği haklılık argümanlarının ikna ediciliğinden, belki tarafların siyasal kodlarının açılabileceği sınırların sorunu oluşturan dinamiklerin dokusu ile uyuşmazlığından kaynaklanıyor. Belki de bu üç ihtimalin hepsi birden etkin ve üstelik birbirini perçinliyorlardır.

Yıllardır gündemimizden akıp giden ölüm haberlerinin arkasında coğrafyamızda ne tür bir kaderin yaşandığını anlamaya çalışmak, ilk ve öncelikli olarak basit bir ilkeyi en başa almayı gerektiriyor. Herkesin kendini bir tarafa ait hissettiği ve git gide sadece kendi tarafında yaşanan acılara kulak kesildiği, uzun süren savaş yıllarında unutuverdikleri ama anmak isteyenler için meseleyi yeni baştan kuran bir ilke. Hiç kimsenin acısının bir diğerinin acısı ile kıyaslanamayacağı ve her birinin acısı karşısında helallik istemeğe mecbur olduğumuz gerçeği. Bu, aşağıda ele almaya çalışacağım ?dostlarının hatırasına sahip çıkmak, onların yaşadığı acıları unutmamak? gibi bir yeminden biraz daha farklıdır. Fakat yine de böyle soyut ve genel bir ilkeyi herkesin ilk emir gibi tanımasını isteyemeyeceğimizi de belirtmeliyiz. Çünkü bu, mutlak adaletin herkese kendini duyurduğu bir iklimi arzulayarak bugün önümüzde duran meselenin çözümünü geleceğe ertelemek olurdu. Bunun yerine şimdi ve bulunduğumuz yerde, hâlihazırda konuşurken, kendini konuşana hatırlatan bir ilke olarak, bu ilk ilkenin hükmetmesini dilemek daha makul bir seçim olacaktır.

Kendi adıma, biraz da bu ilkenin icrasına yardımcı olmayı umarak, kürt meselesi ve etrafında dönen şiddet sarmalına kısmen değinmeye çalışırken şimdilik türkiye kamuoyunda pek anlaşılmamış bir tarafıyla pkk?nin bir örgüt olarak kültürü ve hâlihazırda devinen bu kültürünün aramıza bıraktığı tortunun ne olduğuna bakmaya çalışacağım.

Bugün itibariyle kürt siyasetinin ana akımı hâline gelmeyi başarmış bu siyasal örgütlenmenin hükmedici bir hegemonik şemsiye olarak nasıl çalıştığını, geniş bir kürt kesimi için gündelik hayatın öğelerine ve kişilerin duygusal devinimlerine nasıl olup da bu kadar güçlü şekilde sirayet ettiğini anlamak, ufukta olduğunu ümit etmeye azimli olduğum barış imkânının eni sonu karşımıza gelecek zorluklarını şimdiden kavramak için vazgeçilmez önem taşımaktadır.

Çoğu zaman gündeme düşen bir eylem haberini düşüncemize yerleşen bir rasyonalite arayışı ile anlamak istiyoruz ?eğer komplo teorilerinin cazibesine kapılmamışsak. İsyan, savaş veya cinnetin rasyonalitesi de olsa nihayetinde bir amaç- işlev-etki örüntüsü ile kodlarını çözmeye çalışılabileceğimiz şiddet eylemselliğinin arkasındaki besleyici yapının/ örgütün/birliğin nasıl bir rasyonalitesi var? Bir kere şu açık; örgüt aktivistleri, herhangi bir şehirde günlük hayatını devam ettiren bizim gibi insanların arzu, beklenti ve sıkıntılarına benzeyen önceliklerle düşünmüyorlar. Bir cemaatin/örgütün müntesipleri olarak onların içinde yetiştikleri ya da kendi anlamlılıklarını bünyesinde buldukları cemaatin/örgütün farklı bir kültürü ve yönelimleri söz konusu. Bütün insanlar gibi o cemaatin/örgütün üyeleri de bu kültüre yaptıkları katkılar, cemaatin ihtiyaçlarına buldukları cevaplar sayesinde ve cemaate sadakatlerini belirginleştirerek özsaygılarını kurabiliyorlar.

Bu durumda bir şeyi anlamamız gerekiyor. Başkalarının ve kendi müntesiplerinin ölümüne neden olan eylemsellik, örgüt açısından sadece kendini duyurma amaçlı bir tarz değildir. Terörizmin ideolojisi olarak bize belletilen ?dehşete düşürme? veya ?devleti güçsüz gösterme? gibi kodlar da meseleyi anlamamızı sağlamayacaktır. İster devletin tanımını ?şiddet kullanma tekeli? olarak düşünün ister ?savaş hamlesini siyasetin farklı bir yolla icrası? olarak düşünün her hâlükârda güç gösterileri ve kabulleri meşru siyasal alanda yer kapma yarışının bir parçası olmaya devam edecektir. Fakat burada mesele, meşru siyasal alanın hangi düzeyde sembolik veya fiziksel şiddete cevaz vereceğidir. Meşru siyasal alan diyebileceğimiz şey ise herkes için açık bir tanıma ve yaklaşık bir çağrışıma sahip değilse ya da aynı siyasal gövdeye tâbi olmak mecburiyetinde olan kitlenin bazı parçaları kendisinin zor ve hile yoluyla temsiliyet ve iktidar alanının dışında bırakıldığını düşünüyorsa bu durumda sembolik veya fiziksel şiddete verilecek icazetler de farklı olacaktır. Tam da bu nedenle bugün toplumun bir kısmında terör olarak kabul edilen şey, başka bir kısmında (ne kadar küçük bir grup olursa olsun) meşru savunma hamlesi olarak kabul edilebiliyor. Bu farklılık nedeniyle toplumun geniş bir kısmının meşru çerçevenin marjına ittiği, başka bir kısmının ise temsilî varlık atfettiği bir örgüt olarak pkk, nasıl bir kültürle ve hangi dinamiklerle işliyor? İç döngüsü nasıl kurulmuş, motivasyonunu ve sürekliliğini nasıl sağlıyor? Biraz bunun üzerine duralım ve örgütün tarihsel sürecine bakalım.

1.

türkiye?de kürt muhalefetinin tarihine bakıldığında 1950?li yıllar itibariyle başlayan bir değişimi herkes fark edebilir. 1925 sonrasında büyük oranda sessizleşse de kürt coğrafyasında toplumun temsiliyetini üstlenen hep geleneksel liderler olmuştu: Osmanlı zamanının meşru siyasal hukukun verdiği unvan ve yetkiler üzerinden toplumla bağlarını kavi tutabilmiş mirler-beyler/askeri aşiretler ve 19. Yüzyılın büyük nakşi yayılması sonrasında mirlere karşı da sivil bir denge oluşturan şeyhler/dergâh şebekeleri. Fakat cumhuriyet, bu geleneksel güçlerin açık alanda simgesel ve fiziksel varlığını gayrimeşru ilan ederek tek meşru hâkim olarak kendine yer açmaya çalıştı. Uzun yıllar bu süreci fiziksel üstünlükle ve siyasal alanın kontrolüyle götürebildi de. Fakat siyasetin kendine toplumsal dayanak aramasının sonucu olarak bütün memlekette olan, kürt coğrafyasında da oldu. Meşru alandan kovulan bütün aktörler, zamanla eski hatıraların vârisi olarak fakat etki güçleri kırılmış, bu nedenle de bazen devletin himayesinde, bazen devlete karşı mütereddit, bazense devlete muhalif olarak geri döndüler.

Geri dönen hiçbir güç, liderliğinin operasyonel yeteneğini modern devletin totaliter yapısı karşısında yeniden örgütleyebilecek yapıda değildi ve çoğu zaman devlet karşısında kendi meşruiyet sorunlarıyla dahi baş edemiyordu. Bu boşluğu 1950?li yıllardan itibaren yeni kuşak kürt öğrenciler ve aydınlar kararsız adımlarla doldurmaya başladılar. Bu ortamda 49?lar davası olarak tarihe geçen mesele aslında kendi ontolojisine güveni olmayan devletin ihtiyaç duyduğu düşmanını yaratmak üzere attığı bir adım olarak okunabilir. 1960?lı yıllarda üniversite sistemi genişleyip daha fazla halk çocuğuna yuva olurken bunun etkisi kürt coğrafyasına da sıçradı. Nispeten iyi halli ve seçkin kürt ailelerinin çocukları modern eğitim sistemi ile doğrudan bir içerme sürecine muhatap oluyorlar ve yaşadıkları coğrafyanın kendilerine öğrettikleri ile modern eğitim sisteminin onları dışlayıcı pozitivist ve ulusçu kabulleri arasında kendi dengelerini bulmaya çalışıyorlardı. Onlar bu gerilimi yaşarken yanı başlarında bulunan türkiye?nin çoğunlukla batıcı-pozitivist-sol muhalefeti, kurtarıcı bir tercih yapmalarını sağlayacak kavramsal araçları tedarik etti; geri kalmışlık, feodalizm, emperyalizm, sömürgecilik, gericilik-ilericilik, faşizm, ulusal kurtuluş savaşı, enternasyonalizm, ulusların kaderini tayin hakkı? Kavramlar asla yalın bir teorik analizin unsuru olmadılar, hatta sadece siyasal bir motivasyonun propagandatif unsuru da değildiler; bundan öte bu kavramlar geçmişleri ve ait olmak istedikleri dünya arasında sürekli gergin, seçkin bir genç kuşağın özsaygılarını şimdi-burada-kendi elleriyle kurabilecekleri operasyonel imkânı sunması nedeniyle önemliydi. Bu kavramlar ve tarihsel süreç arasında açıklayıcı modellerin kurucusu olması ve aynı zamanda bizzat kendi kimliğinin yalnız kâşifi olması nedeniyle bu kuşak; müntesibi bazen de partneri olduğu sol muhalefetin de etkisiyle daha önce kürt coğrafyasında görülmemiş bir öncülük modeli üzerinden rol almaya başladı (belirtilen dönemde bu kavramlar üzerinden yürütülen kimlik kurucu operasyonlar ve kavramların kullanım tekniği, yorum pratiği, dil dönüşümü inşallah başka bir yazının konusu olur). Aynı dönemde ırak?ta barzani hareketinin özgüvenli atılımı ve bağdat merkezli devletle yürüttüğü savaş, geniş bir kürt kesiminin kulağını güneye seğirtmesine neden oldu. Sınıraltından gelen haberler kürt olmaktan artık onur duyan bir kuşağın özgüvenlerini ve inançlarını pekiştirirken, aynı haberler türkiye?de devletin kendisini tehlikede hissetmesini sağlayan uyaranları artırdı. Modern bir devlet olarak teritoryal alanındaki yurttaşlarına karşı verdiği tepki, toplumda saygınlığı olan bütün kürtleri toplayıp bir kampa tıkmak oldu. (osmanlı çağı sonrasında devletlerarası sınırlar için oluşan güvenlik merkezli uygulamalar bu bölgelerde yaşayan insanlar için yabancı bir durumdu. Toplumların yabancıladığı bu sınır konseptinin yerleşmesi uzun zaman aldı. 70?lerde ırak ve suriye, bu bölgelerle doğal bağları olan geniş kürt kesimlerinin zihninde sınır geçilince varılan akraba memleketiydi-sınıraltıydı. Bu dönemin hikâye dilinde xet-sınır kavramı ilişkiyi kesintileyen bir işlev görüyordu. Bu muhayyileye atıf yapmak için binxet-sınıraltı kavramını kullanmayı uygun buldum. )

1970?ler sol gençlik hareketlerinin silahlanmasına giden yolu açarken devrim stratejileri üzerine yürüyen tartışmalar kürt gençliğinin muhalefet eşiklerini yükseltti. Kaldı ki bu yıllar nüfus artışı ve eğitim sisteminin yaygınlaşması sonucunda – garip bir ironidir ki daha çok kürt genci, üstelik bu kez orta halli aile çocuklarının çoğunlukta olduğu bir dalga içinde- modern devletin verili ulus tanımına aidiyet hissetmeyen muhaliflerinin artmasını sağladı. O güne kadar muhalefet etmek adına elde silah tutabilmeyi pek düşünmemiş örgütlenmeler bu dönemde değişti. Uluslararası düzenin ulusal kurtuluş hareketlerine açtığı söylemsel meşruiyet alanı, solun iç tartışmalarında şiddet eşiğini yükseltmeyi meşru gören uygun bir iklimin varlığı, sınıraltı kürt dünyasından gelen direniş anlatılarının etkisi ve 70?lerin özellikle sonunda kürt örgütlerin ve ortaklıklarının seçim başarıları/belediye zaferleri gibi nedenler birbirini destekleyerek özellikle üniversite tabanlı genişleyen gençliğin elinde, şehir merkezlerinde yoğunlaşan bir illegalite zeminini büyüttü.

Bu hikâye yaklaşık olarak 1975 yılına kadar bizi getiriyor. Fakat bugünden dönüp o yıla bakarsak; şiddet düzeyinin çok düşük olduğu, daha çok birçok mesihyen-kurtuluşçu örgütün gelecek kurgusunu topluma anlatmaya çalıştığı ve kendine sempatizan toplayabildiği, toplumsal çeşitliliklerin tamamına denk düşen bir siyasal çoğulluğun acemi tartışmalar ve kavgalar eşliğinde süregittiği, ulusalcılık-enternasyonalizm karşıtlığını herkesin kendi kavramlarıyla mezcedilebildiği sanısının hâkim olduğunu görürüz. Bu arada geleneksel liderliklerin kendi çocukları eliyle gelen bu dalga karşısında şaşırdığı, varlık ve benlik algılarının dağıldığı ve ?kadim? dilleriyle yeni kuşak muhalefet arasındaki boşluğun üzerinde hayret makamında durakaldığı, erbakan geleneğinin nakşi şebekeleri uyandırdığı ve aynı zamanda ankara?da ki merkez partilerin sembolik kürt temsiliyetlerini normalleştirdiği bir siyasal alan yükselişi gözümüze çarpar. Bunları arka arkaya yazınca, bugüne hiç benzemediği aşikâr olan bu siyasal iklimin iki temel özelliği görünür hâle geliyor; yaşamın ölüm karşısında, umudun yas karşısında üstünlüğü ve gençlik gruplarının iç tartışmalarına rağmen seçim stratejilerine yönelik kurucu yatırıma inanç.

2.

Peki ne oldu da bugün meselenin belirleyicisi olan şiddet dalgası tek renk hâline geldi, kürt toplumunun siyasal çoğulluğu ?ulusun kurucu atasının gölgesi? altında silindi. Bunun için kritik iki evreye bakılmalı. 1975 – 80 ve 80 ? 84 yılları arasında olup bitenler.

1975 ? 80 yılları arasındaki döneme ilişkin, dönemin aktivistlerinin hatıratları ve çeşitli örgütlerin kongre ve iç tartışma dokümanları dışında elimizde başvurabileceğimiz başka bir kaynak maalesef halen yok. Özellikle akademi içinde bu döneme sakıncalı bir alan olarak son yıllara kadar hiç yanaşılmamış olması, kürt siyasetinin kendi toplumuna karşı katı-vulger ideolojik kalıpları, türkiye?nin sol siyasetinin arzulu bir çarpılmayla gerilla mitine duygusal yatırımı ve türkiye?nin sağ siyasetinin basiretsiz ezberci yaklaşımı, alanı neredeyse kör dövüşünün ortasında dokunulmaz bırakıyor. Bir muhasebe yapmaya kalkıştığımızda sadece pozisyonların haklılığını ispat çabası olan metinler elimizde kalıyor. Fakat yazıdaki niyetin yerine getirilmesi için bu metinlerden yeterli ve genel bir tasvir çıkarılabileceğini düşünüyorum.

Dönemin resmi içerisinde, birbirinin eşiti olan irili ufaklı onlarca örgütün özellikle şehirlerde örgütlendiğini görüyoruz. Geri dönerek geçmişe bakan bütün metinler, bu örgütler arasından sıyrılan bir tanesini hikâyenin merkezine elbirliğiyle oturtuyorlar. Bütün örgütlerden farklı olarak daha çok liderinin ismi ile anılan bu örgüt ?apocular? yani pkk, sahada kendisi ile aynı kitleye mesaj veren örgütlere yönelttiği şiddet potansiyeli ile git gide daha baskınlaşan ve adı sıkça duyulan bir örgüt oluyor. Kullandığı ve an be an normalleştirdiği şiddet, muhaliflerinin çoğalmasına neden olur. Diğer taraftan muhalifleri de benzer bir şiddet potansiyelini kullanınca sahadaki bu örgütler birbiriyle benzeşmeye başlar. kürt örgütlerinin retoriklerine baktığımızda bir tarafın ?apocular her yerde yoldaşlarımızı öldürüyordu? diğer tarafın ise ?kürdistan?a girişimizi yasaklayıp halka ulaşmamızı engellemek istediler? argümanı etrafında serdettikleri olay dökümleri ile kendi aralarında hâkim olan iç şiddet yayılımına gerekçe aradıklarını görürüz. Tarihi bugünden kuran herkes gibi biz de niçin pkk gibi bir örgütün bu dalgadan güçlenerek çıktığını düşündüğümüzde rahatça fark ediyoruz ki, ölüm ve zoru en işlevsel ve stratejik kullanan taraf, bölgeye en köklü biçimde yerleşen örgüt olmuş.

Tarafların birbirine karşı kullandığı şiddetin geri dönülmez bir şekilde yükselişi karşısında bugün geriye dönüp bakan dönem aktivistleri elimize belki birçok hikâye sunuyor. Ama, başlangıcına masumiyetin eşlik ettiği bir yer kapma yarışı olarak görünen bu kavgada, ilk kurşunu kimin sıktığını, ilk kanı kimin döktüğünü maalesef tespit edebilecek bir noktada değiliz. Kaldı ki bu amaçla verilecek hiçbir hüküm, kimsenin vicdanında çekincesiz kabul görecek gibi de durmuyor. Bu nedenle ben herhangi bir yargı bildirmeden sadece bu ortamdan bize kalan tortuların ne olduğunu anlamanın peşindeyim.

öcalan?ın, ismi engels?ten mülhem ?kürdistan?da zorun rolü? başlıklı 75-80 döneminin ürünü olan metni, tam da şiddet potansiyelinin etkinleştirilmesine bağlı olarak devrimin hızlandırılmasına yönelik bir tez içeriyor. (Benzer sol örgütlerin karakteristik özelliği olan tarihsel gelişim çizgisi üzerinden gerekçelendirilmiş devrim stratejisi duyurusu yayınlamak; dönemin kültürü içinde, yeni kurulan hemen hemen her örgütün muhatabı gördüğü militan-öncü gruba örgütün varlığını, farklılığını ve meşruiyet açıklamasını yapmak gibi bir işlev amaçlıyordu.)Kendi gruplarının farklılığı olarak, devrim için gereken bedeli şimdi-burada ödemekten çekinmemeyi öne süren, kürtlerin özsaygılarını şiddetin düşmana karşı icrası yoluyla kazanarak ve bu şekilde sömürgeci dönemin alçaltan kişilik tortularından arınılabileceği yönünde güçlü bir ajitatif tez diliyle yazılan bu metin; şiddetin safların ayrışmasını sağlayacak meşru ve mecburi araç olarak sahneye davet edilmesi ve şiddetin yükseltilişi ile korkulardan kurtularak özgürlüğün kuruluşunun mümkün olacağı yönündeki ahlaki içerimi ile örgütün söylemsel temelini kurar.Bu tez, zorun sadece devlet/burjuva güçlerine karşı değil kendi toplumunun gerici/işbirlikçi/feodal olduğu keşfedilmiş parçalarına karşı kullanılmasını da meşrulaştırıyordu. Fakat bu dönemde pkk?nin kullandığı şiddet, yoğun olarak bölgesindeki sol örgütlere yönelikti. Devletin hazır güçleri muhtemelen ?zorun rolü? tezinin eşliğinde süre giden bu çatışmaları biraz da tarafların birbirini kırması için soğukkanlılıkla izlemeyi tercih etti ve baskısını yoğunlaştırmadı. Fakat bu örgütler arası çatışma pratiği pkk?nin militan ve lider kadrolarının 80-84 dönemine girmeden önce pratik süreçte eğitimini, illegaliteyi tanımasını ve 80-84 sürecine doğru yeraltına hazırlıklı girmesini sağladı.

Bu dönemdeki yoğun çatışma ortamı kürt örgütlerinin üye profillerinin değişmesine de neden oldu. Bir kuşak öncesinde kürtlerin nispeten seçkin ve şehirli ailelerinden gelen gençlerin liderliğinde yürüyen örgütler, yoğun çatışma dönemiyle beraber orta-alt sınıf ve köylü ailelerden gelen gençlerin hâkimiyetine girdi. Belki de şehirleşme oranı, siyasetin kitleselleşmesi, modern kitle iletişim araçlarının etkin kullanımı, okur-yazarlığın gelişmesi de bu süreçte etkilidir. Nihayetinde, ömer laçiner?e ?pkk kürtlerin ilk plebyen halk hareketiydi.? dedirten süreç bu dönemde baş gösterdi. Bu sürecin vurgulanması gereken başat özelliği; eylem içinde kendi kimliğini kuran gençliğin bir zamanların düşünen gençliğine karşı üstün gelmesi oldu. Bunun sonucu olarak kürt siyasetinde entelektüel fakirleşme belirtileri de önceliklerin değişmesi ile beraber daha o dönemlerde görülmeye başlandı.

Bu dönem aslında diğer birçok paralel gelişimi de içeriyordu. Bölgede bir tarafta milli görüş geleneği yoğun bir destek bulurken, diyarbakır, batman ve ağrı belediyeleri seçimler sonucunda kürt örgütlerin desteklediği adaylara teslim edildi. Bu iki gelişme, bölgenin politik aktör olarak özgüvenini sağladı. barzani hareketinin 75 opec anlaşması sonrasında uluslararası sistem karşısındaki yenilgisi sınıraltından gelen haberlere kulak kesilen halk kesiminde yeni bir hayal kırıklığına neden olurken, kürt sol örgütler bu gelişmeyi geleneksel liderlik modelinin çöküşü olarak kendi şartlarına tercüme ettiler. barzani?nin yenilgisi, kendini teritoryal alana pek bağımlı hissetmeyen halkın zihninde, geleneksel dil ve kurgulara uygun bir liderliğin mücadelenin başında olması gerektiği yönündeki örtük gerekçenin de kırılmasıydı. Bu yenilginin ardından gelen hayal kırıklığı, kürtlükle ilgili temsil alanında ciddi bir boşluğun oluşmasına neden oldu. (Aslında II. mahmud ve bedirhan?dan beri ilginçtir, kürt kitlelerin yoğun olarak desteklediği isyancı muhalefet hareketleri garip bir şekilde 20-30 yılda bir coğrafya içinde merkez değiştiriyorlar. Belirleyici dalga olarak kuzeydeki hareket merkezileşmeye meyleden devlet karşısında yenildikten sonra isyanın merkezi güneydeki geleneksel liderlerin hâkimiyet alanına taşınıyor. ingiliz ya da baas güçlerine karşı yenilginin arkasından ise tekrar kuzey merkezli bir muhalefet belirleyici dalga oluyor. Bugünlerde ise; 1970-75 dönemindeki liderlikten sonra ırak?taki kürt hareketi, bir kez daha yeni dönemin belirleyici dalgası durumunda. Uluslararası koşulların sürekli değişimine rağmen bugün de aynı döngü devam ediyor.)

Sonuç olarak bu dönemin ayırıcı karakteristiği; kürtler içinde daha önce hiç görülmemiş düzeyde yüksek yoğunluklu şiddetin yaşandığı bir dönem olmasıydı ki, bu dalga daha uzun bir süre, özellikle 80 ihtilalcilerinin kalıcı etkisiyle, yükselmeye devam edecekti. (Sanıldığı gibi feodallik/kırsallık görüntüsü eşliğinde kürtler arasında şiddet, önceki dönemlerde de baskın bir olgu değildi. 1850?lere kadar yerleşik mirlik düzeni ve sonrasında dini kurumların belirleyiciliği, simgesel ve cebri yaptırım gücü ile işleyen, osmanlı sistemi tarafından da meşruluğu kabul edilmiş bir hukukun varlığı; toplumun sürekliliğini sağlayan bir iç organizasyon olarak, şiddet içeren bütün çatışmaların belli bir düzeyin altında kalmasını sağlıyordu. Bu sistem, cumhuriyet?in kuruluşu sonrasında mirlik düzeninin merkezi devlet karşısında tamamen silinmesi ve 25 isyanı sonrasında dergâhların-fakihlerin bütün yaptırım gücünün ilga edilmesine rağmen uzun bir süre daha toplum nezdinde simgesel bir otorite eşliğinde hükmünü icra etmişti. Toplum nezdinde meşru hukuk işletici aktörler; devlet karşısında gözlerden saklanan, toplumun iç organizasyonunun enerjisi ile yaşattığı, koruduğu ve itibar ettiği, bilhassa 25 isyanının anısı ile simgesel değerini muhayyilesinde özenle sakladığı bu aktörlerdi. Bütün osmanlı bakiyesi şehirlerde görülen eşraf ve soylu aileler de saygınlıkları ile toplum içinde sert çatışmaların önüne geçebilen bir diğer etkin gruptu. Toplum içinde ihtilaflara çözüm geliştirebildikçe saygınlıkları devam eden bu aktörler, 75-80 sürecinde yeni siyasal dilin etkisiyle öncelikle simgesel bir saldırıya uğradılar, hakemlikleri kendiliğinden gayrimeşru ilan edildi ve güçleri kırıldı. 84 sonrasında bu geleneksel liderlerin vârisleri kendileri dışında oluşturulmuş yeni siyasal düzlemde, yeni siyasal kurgulara angaje olarak tekrar yer almayı deneyecekler, geleneksel dil ve kurguları tamamen terk edip eski işlevlerini sadece bir hatıra olarak anarken yine de var olmaya çalışacaklardır.) 12 eylül?e doğru gelirken propagandasını ?kurtarıcı ve arındırıcı zor? üzerine kuran pkk, çatışmalarda verdiği büyük kayıplara rağmen bütün kürt örgütleri içinde omurgasını sağlam tutabilen tek örgüt olarak görünüyordu. Muhtemelen hiyerarşik çatısının gücü ve liderinin işlevsel örgütçülüğü sayesinde.

E.S. EFD’de başlayan taslak daha sonra kitaba dönüştü, buyrun…

kurt-siyasetinde-orgut-kulturu-sinan-kizilkaya

Leave a Reply

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.