Cengiz Aktar: Bu bir oyun değil

https://i0.wp.com/www.okubakim.com/images/resimler/yasam/savas_resimler.jpg?w=900

Dünyadaki sanat üretiminin önemli vitrinlerinden Venedik Bienali bu yıl top, tüfek dolu. Çevremizdeki barut kokusu doğal olarak sanatçıları duyarsız bırakmamış. Kore Pavyonu’nda Koreli sanatçı Lee Yongbaek’in eski bir tema olan ‘savaşa karşı çiçek çocukları’nı işleyen baştan aşağı çiçek desenli asker kıyafetleri ve çiçekler içinde hareket eden asker videoları Avrupa’da ilk kez gösteriliyor (www.korean-pavilion.or.kr ). Bienaldeki mecazsız, kinayesiz ve brüt savaş karşıtı işler de fevkalade etkileyici. Hele iki tank var ki… İlki 29 millî pavyonun bulunduğu Giardini’nin tam ortasında ABD Pavyonu’nda ters dönmüş 1960’lar İngiliz yapımı gerçek bir Centurion MK3 tankı. Diğeri ise İtalyan Pavyonu dâhilinde San Servolo adasında su üstünde bir raftta bulunan gerçek boyutlarında bir Rus T55 tankı. Resimdeki tank bu. Heykel sanatçısı Lorenzo Quinn beş yaşındaki oğlunun askercilik oyunundan yola çıktığını belirtiyor. Askerlerin de çocuklar gibi sonuçlarını hesap etmeksizin tanklarla oynadıklarını anlatıyor Quinn ve ‘bu bir oyun değil’ diyor. Dev heykel, Venedik Lagünü’nün ve San Servolo adasının sükûnetiyle müthiş bir tezat oluşturan ürkütücü bir çalışma.

Geçenlerde bir eğitim için bulunduğum Venedik’ten memlekete ve bölgeye bakarken sanat eserleriyle gerçek işte böyle örtüşüp duruyordu. Suriye ordusunun kendi halkına doğrulttuğu tank namluları, Libya’daki mahallenin delisinin bir avuç insanın yaşadığı memleketine reva gördüğü içsavaş, İsrail’in müzmin savaşkanlığı, Kürt çatışmasında Türkiye’deki tarafların dönüp dolaşıp yine toptan tüfekten medet umması, bütün bunlar gerçek, şaka değil, oyun hiç değil.

 

 

Savaş dili

Yaz başından beri ister Kürt çatışmasında olsun, ister Akdeniz’e yönelik girişimlerde olsun giderek artan ton ve dozda bir savaş dili gündelik hayatımıza hâkim olmaya başladı. Savaş dilinin gurur okşadığı, göğüs kabarttığı, göz nemlendirdiği aşikâr. Siyaset dünyasının buna çok pâye verdiği de. Ama artık sadece gurur ve özgüven patlamasıyla yönetilebilecek krizler değil bunlar. Zira ikide birde onu bunu silahla tehdit etmek yani çıtayı son derece yükseğe koymak soylu anlamında politikanın zaafı demek. Alalım Akdeniz’e donanma yollama meselesini. Türkiye’nin elinde, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin diğer sahildar ülkeler Lübnan ve Mısır ile anlaşarak tayin ettiği Münhasır Ekonomik Bölgesinde fosil yakıt aramak için başlattığı sondaja itiraz edebilmek için hiçbir uluslararası hukuk aracı yok. Çünkü 1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne taraf değil. Öyle olunca Kıbrıslı Rumları engellemek için elinde sade donanma kalıyor. Donanmaya da ateş emri verebilmek için ülkenin iyot gibi ortada kalması riskini alabilmek lâzım. Keza Gazze’ye gidecek yardım gemilerine eşlik ederek İsrail donanmasıyla çatışma riski. Mısır-Gazze arasındaki Rafah Kapısı açık olduğu sürece, ambargo ne kadar gayrimeşru olursa olsun Türkiye yine ortada kalır. Donanmayı kullanmak politikanın sona erdiği anlamını taşıyorsa Türkiye’nin işi hakikaten çok zor. İhtilaflarımızın çözümden çok uzak olduğu Ermenistan ile Yunanistan ve şimdi Suriye’ye karşı, Allah muhafaza üç cephe daha gerekiyor!

Kürt çatışması da savaş dili ve mantığı mağduru. PKK-MİT müzakereleriyle kırılan tabulara rağmen çareyi yine top tüfekte aramak son derece tehlikeli bir politikasızlık ve tenbellik değil mi?

Bu tüyler ürpertici gidişata rağmen şunun altını da çizelim: Bir yanda ‘Türkiye’den sert çıkış’ haberleriyle hemhal olurken diğer yanda cansız bedenlerine ‘leş’ denilen PKK’lilerle masaya oturup müzakere edilmesine ve toplum nezdinde bu müzakerelere suskun bir onay verilmesine ne demeli? Aynı şekilde donanmayı Akdeniz’e İsrail’le aşık atmaya yollarken NATO füze kalkanı sistemlerinin bir bölümünü toprağına yerleştirerek İran’ın, İsrail’den gelecek bir saldırıya karşı caydırıcılığını sekteye uğratmaya ve dolaylı olarak İsrail’e kalkan oluşturmaya?  Hâsılı kelam tezat ya da şizofreni had safhada. Ama bu kadar efenin olduğu yerde belki doğrusu da bu, zira pragmatizme ve başka bir dile kapı hep açık demek. Elbette efelenirken geri dönüşü zor olacak hareketlerden kaçınmak şartıyla. Hele karşıda İsrail hükümeti gibi her daim savaşa teşne bir oluşum varken.

 

Bu yazı önce Vatan gazetesinde yayınlandı. Yazarın izniyle burada da yayınlanıyor… E.S.

Leave a Reply

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.